psikoloji tanım açıklama sorun tedavi yöntem hastalık psikanaliz freud sigmund ruhbilim psychology psikoloji adler psikopatoloji şizofreni parapsikoloji psikoterapi psikopati otizm psikanaliz şizofreni parapsychology cure therapy disease illness behaviouralism health autism psychoanalysis

Özel Arama

6 Temmuz 2008 Pazar

DOĞUM SONRASI DEPRESYON

Doğumdan hemen sonraki dönem pek çok kadın için adeta bir rüya gibidir. Eve yeni gelen bir bebek aileye neşe ve mutluluk saçtığı kadar stresli de yaratır. Eve yeni bir bireyin katılışı kadınların önemli bir kısmında zihinsel ve duygusal değişikliklere yol açar.

Zihinsel ve duygusal durumu etkileyen bu durumları melankoli, depresyon ve psikoz olarak sınıflandırabiliriz.

Doğum sonrası "Melankoli"

Kadınların yaklaşık % 85'inde doğumdan sonra melankolik bir durum görülür. Bu gerçek bir duygulanım bozukluğundan çok doğumun normal bir parçası olarak kabul edilmelidir. En sık doğumdan sonraki ilk haftada ortaya çıkar.

Annelerde uyku problemleri, ağlama krizleri, üzgün görünme halsizlik, baş ağrıları, konsantrasyon güçlükleri, şaşkınlık, sinirlilik, iştahsızlık problemleri görülebilir. Bu tablo çok önemli değildir. Genelde 1-2 hafta içinde şikayetler kendiliğinden kaybolur. Ancak bu kısa geçiş döneminde ailesinin ve eşinin anlayışlı davranması ve kendisine yardımcı olmaları gereklidir.

Annelerin %10-15'inde melankoli tablosu iki haftadan uzun sürebilir. Bu durumda depresyon söz konusu olabilir ve profesyonel yardım gerekebilir.

Doğum sonrası "Depresyon"

Doğum sonrası depresyon; tanım olarak doğumdan sonraki 4 hafta içinde, herhangi bir zamanda majör depressif bir dönem yaşanmasıdır.

Kadınların bir kısmında görülen doğum sonrası depresyon melankoliden daha farklı ve ciddi bir durumdur. Ancak bazı kadınlarda bu süre 6 haftaya kadar uzayabilir.

Nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte doğumdan sonra ani gelişen hormonal değişimlerin etkili olduğu düşünülmektedir. Başka bir neden de "psikolojik stres" lerdir. Bebeğe karşı aşırı bir sorumluluk duygusunun gelişmesi olayın altında yatan bir diğer sebep olabilir.

Kadının eşiyle olan anlaşmazlıkları ya da ekonomik problemler olayı alevlendirebilir. İlk defa anne olanlar veya eşi ile ayrı olan kadınlar dahi yüksek risk altındadır. Daha önceki gebeliklerinden sonra depresyon yaşayanlarda da daha sık görülür.

Genelde doğumdan sonraki 1-5. günler arasında belirtiler başlar. Hafif depresyonda en sık görülen bulgular halsizlik, isteksizlik, sinirlilik, unutkanlık ve değişik korkulardır. Bunlara genelde uyku problemleri eşlik eder. Biraz daha ileri vakalarda bu belirtilere aksiyete (endişe), panik atak, ağlama krizleri, bebeğe karşı ilgisizlik, ciddi uyku bozuklukları ile ölüm ve intihar düşünceleri eklenir.

Doğum sonrası depresyona % 5 oranında rastlanır. Eskiden sosyal statü ve evlilik ilişkilerinin depresyon ile ilişkisi olmadığı düşünülürken yeni çalışmalarda fakir ve bekar kadınlarda 2 kat daha sık görüldüğü ileri sürülmektedir.

Genç yaşta anne olanlarda da 2-3 kat fazla görülür. Gebelik esnasındaki duygu durumu ile doğum sonrası depresyonun bir ilişkisi bulunamamıştır.

Doğum sonrası depresyonun tedavisi majör depresyon ile hemen hemen aynıdır. Genelde hastalar psikoterapi ve antidepresan ilaçlardan fayda görürler. Emzirenlerde antidepresan kullanımı önerilmediğinden tedavi esnasında kadın doğum ve psikiyatri hekimlerinin birlikte tedavi planı yapmaları uygun olacaktır.

Emzirmenin olumlu etkileri nedeniyle hafif vakalarda ilaç tedavisi yerine sadece psikoterapi yeterli olabilir. Hastaların 2/3'ünde şikayetler en geç 1 yıl içinde kaybolur. Geri kalan vakalarda ise birden fazla sayıda depresif atak görülür.

Doğum sonrası "Psikoz"

Postpartum (doğum sonrası) görülen en ciddi psikolojik hastalıktır. Gebelikten önceki yıla göre karşılaştırıldığında hastalığa yakalanma riski 20 kat fazladır.

Psikoz; düşünce bozukluğu veya gerçekle gerçek olmayanın ilişkinin kaybedilmesi olarak tanımlansa da ciddi duygulanım bozuklukları da bu şekilde sınıflandırılabilir.

Halüsinasyonlar (gerçekte olmayan şeyleri görme ya da duyma) veya hezeyanlar (gerçekle ilgisi olmayan şeylere inanma) olabilir. Önceden kestirilemeyen duygu dalgalanmaları görülür. Genelde doğumdan sonra 2 gün-3 hafta arasında belirtiler ortaya çıkar.

Hezeyanlar özellikle bebek üzerine odaklanır. Bazı durumlarda anne bebeğe karşı aşırı koruyucu obsesyonlar (takıntılar) geliştirebilir. Hatta bazı vakalarda da intihar düşünce ve girişimleri bile olabilir.

Postpartum psikoz son derece acil ve profesyonel yardım gerektiren ciddi bir durumdur. Sıklıkla hastaneye yatırılarak tedavi gerekir. Uygun tedavi ile % 95 oranla hastalar 2-3 ay içinde iyileşir.


Doğum sonrası depresyonda öneriler

Doğum sonu depresyon, hemen her kadında görülebilen, geçici bir dönemdir. Bu dönemi en iyi ve rahat bir biçimde atlatabilmek için aşağıdaki önerilerimizi uygulayınız.


-Kendinizi aşırı derecede yormayınız. Uyku zihinsel sağlık açısından çok önemlidir.

-Bebeğiniz uyurken siz de uyumaya çalışınız.

-Bebeğinizin hareketleri uykunuzu bozuyor ise onu başka bir odaya almayı deneyiniz.

-Eşinizle bir vardiya sistemi geliştirin ve bu şekilde bebekten sadece siz sorumlu olmayınız.

-Bebeğe bakım konusunda etrafınızdaki akraba ve arkadaşlarınızdan yardım isteyin. Bu sayede kendinize dinlenecek zaman ayırın.

-Gebelik esnasında ve emzirme döneminde beslenmenize dikkat edin.

-Kendinizi çaresiz ve güçsüz hissediyorsanız bir psikolog veya psikiyatrdan destek almak için zaman kaybetmeyiniz.

BENLİĞİN SAVUNMA MEKANİZMALARI

Savunma mekanizmaları gerek kişinin ortama adaptasyonunda ve gerekse gelişiminde çok önemli bir rol oynar. Kişilik Gelişimi’nin en göze çarpan ve önemli gerçeklerinden biri, onun sürekli olarak değişimidir. Bu değişim hayat boyunca devam etmekle beraber, en belirgin olarak bebeklik, çocukluk ve ergenlik devrelerinde gözlemlenir.

Gelişim süresince ego, yapısal olarak farklılaşır, dinamik olarak da enerjinin dürtüsel kaynakları üzerine olan kontrolünü arttırır.

Tüm kişilikte oluşa gelen değişiklikler, beş koşulun sonucu ortaya çıkar.

* Olgunlaşma
* Dış dünyadan kaynaklanan ve düş kırıklığı ile sonuçlanan üzüntü verici uyarılar
* Kişisel yetersizlikler
* Sıkıntı

Kişinin olgunlaşma süreci içinde karşılaştığı tüm engelleyiciler ve bunlarla savaşımı, bu engelleri yenme yolunda ortaya koyduğu uğraş, onun kişiliğini geliştirir. Bu gelişimde ego, ait olduğu organizmayı koruma gayretiyle bir takım Savunma Mekanizmaları yaratır. Normal veya nörotik her şahıs, hayata uyumda bu savunma mekanizmalarından birini veya birkaçını kullanır.En çok kullanılan savunma mekanizmaları şunlardır :

Bastırma

Psikanalitik yayınlarda en erken tanınmış ve hakkında en genış biçimde tartışılmış olan A.Freud'a göre bütün savunmaların temeli olan savunma mekanizması bastırmadır(represyon). Bastırma,istenmeyen id dürtülerinin istek ve duyguların bilince çıkmasına engel olan bir ego işlevidir. Kişi farkında olmaksızın kendisini rahatsız edecek olan bir takıö dürtülerinden kurtulmuş olur. Bilince çıktığında kişiyi zorlayacak bir takım duygu,düşünce,dürtü ve anılar bastırılarak bilinçten uzaklaştırılmış olur. Bu süreç ego ile id arasında sürekli yaşanan bir süreçtir ve egonun bunu sağlamak için enerji harcaması gerekmektedir. İd'in libidinal enerjisine karşı egonun bu ruhsal enerjisine karşı yatırım denmektedir. Kişide yatırım-karşı yatırım dengesi sürekli değişkenlik gösterir. Egonun yatırımı daha güçlü olduğu sürece bilinçdışı libidinal id dürtüleri bastırılmış olarak tutulur ve bilince çıkartılmazlar. Ancak id enerjisinin arrtığı durumlarda egonun bastırma gücü yetmeyecek ve başka savunma mekanizmaları devreye sokacaktır.

Yalıtma (izolasyon)

Freud'un 'duygu yalıtımı' diye adlandırdığı ama zamanla sadece yalıtım olarak adlandırılan savunma mekanizmasıdır. Kişi geçmişte yer aldığı bir takım olumsuz acı veren anıları düşünceleri,fantazileri(düşleri) duygusundan yalıtarak,duygusunu yaşamaksızın hatırlar. Bilinç o anıyı ancak duygusal boyutundan soyutlayarak kabul edebilmektedir. Kişi örneğin geçmişte,bir yakınını kaybettiği bir kazayı,hiç bir üzüntü yaşamadan,sanki o olay başkasının başından geçmiş,o bir gözlemci,izleyiciymiş gibi duygusuz bir biçimde anlatabilir. Bu duygu çok sonraları olabileceği gibi travmatize edici olay yeni olduğu zaman da olabilir.

Zıt Tepkiler Kurma (Reaksiyon-Formsyon)

Bu savunma mekanizmasında temel işleyiş dürtüsel olan,bilinçdışı olan bir duygunun düşüncenin,anının,bilinçte tersini,aşırı vurgulamaktır. Örneğin kişi bilinçdışı olarak nefret ettiği kişiyi bilinçli olarak aşırı derecede sever. Böylece bir çok kabul edilmez duygu yerine toplumun olumlu bulduğu,ahlaki değer yargılarının kabul ettiği duygular ortaya konmuş olur. Nefrete karşı sevgi,kabalığa karşı nazik olma,inatçılık yerine aşırı uysallık,kirli,pis,pasaklı olmak yerine titiz olmak gibi durumlar ortaya çıkar. Bu duygulanımların ters yönde işlemesi de söz konusu olabilir. Örneğin kabul edilemez bir sevgi (yasak sevgi vb.) yerine kişi bilinçli olarak nefret duygusunu ortaya koyabilir.

Yapma-Bozma (Un-doing)

Kişinin günlük yaşantısında ya da düşüncelerinde yaptığını sandığı olumsuz eylemlerin sonucunu ortadan kaldırmak,yapılmamış gibi saymak amacıyla bir takım hareketler,eylemlerdir. Bir bakıma reaksiyon-formasyon'a benzeyen bu mekanizma da yine Obsesif-Kompulsif Bozukluk veya O.K Kişilik Bozukluğu vb. durumlarda görülür. Kişi elektrik düğmelerini açıp kapayarak,fırın düğmelerini açıp kapayarak önce o olumsuz eylemi yaptırıyor sonra tekrar kapatarak olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırıyor,yani eylemini iptal ediyor. Bilinçdışı olarak ölmesini istediği kişiyi düğmeyi açarak öldürüyor sonra kapatarak tekrar hayata döndürüyor gibi bir mekanizma işlemektedir.

Yadsıma (Bilinçdışı inkar)

Kişi egosu için tehlikeli olarak algıladığı bir takım duygu,düsünce,anılarını ve gerçekleri bilinçdışı olarak farkında olmaksızın yoksayarak,yokmuş ya da olmamış gibi davranır. Bu kişinin kendisini (egosunu) korumaya yönelik bilinçdışı bir eylemdir. Örnek olarak bir takım laboratuvar örnekleriyle kanser olduğu kanıtlanmış eğitimli ve durumu anlayacak kişilerin böyle bir olay yokmuşçasına davranmlarını gösterebiliriz. Yine başka tür düşüncelerini kişi kendisine yakıştıramadığında da yadsımaktadır. Kendisi değil de başkaları o düşünceyi taşıyormuş gibi olumsuz şeyi dışarı yansıtmaktadır.

Gerilme (Regresyon)

Kişinin ulaştığı gelişmişlik düzeyi bunaltı doğuracak bir düzeyde ise kişi daha önceki bir döneme gerileme eğilimi gösterir. Bilinçdışı işleyen bu süreçte kişi çocuksu davranışlar sergileyebilir. Asıl psikoz dediğimiz,ciddi akıl hastaliklarında (şizofreni vb.) kullanılan bu mekanizma en ilkel mekanizmalardan biridir. Bilinçdışının malzemesini bilince çıkartma ve sanat ürünü olarak oluşturma çabasında yararlı bir işlev görür.

Yansıtma (Projeksiyon)

Kişinin kendisinde algıladığı ama asla kendine yakıştıramadığı bir takım dürtü,duygu,düşüncelerini bastıramadığı,yadsıyamadığı duygu,düşünce vb.'nin kendisinde değil de dışarıda,başkalarında olduğunu ve kendisine yönelik olumsuz şeyler yapılacaği biçiminde bir düşünce geliştirmesidir. Birisine çok öfkelenen ve bilinçdışı olarak onu öldürmek isteyen kişi bu duygunun,düşüncenin ne kadar kötü olduğunu algılar ve o düşüncenin kendisine ait değil falanca kişiye ait olduğunu ve kendisini suçladığını,öldürmek istediğini vb. söyler. Özellikle paranoid (şüpheci) hastalardaki en temel mekanizma budur. Nefret ettiği,yok olmalarını istediği kişilerin kendisinden nefret ettiklerini,kendisini zehirleyip vb. yolla öldüreceklerini söyleyebilir.

Yer Değiştirme (Deplasman)

Bir duygu ya da dürtünün,asıl nesnesine (psikanalitik açıdan insan) yöneltilmesinin yoğun sorunlar getireceği durumlarda,bir başka nesneye yöneltilmesine denir. Freud'un ayrıntısıyla tanımladığı bu mekanizma,at korkusu olan küçük Hans'ın analizinde çocuğun asıl korkusunun (babadan korku) at orkusuyla yer değiştirmiş olmasıyla açıklanabilir. Özellikle fobik bozukluklarda görülen bir savunmadır. Kedi,köpek,böcek korkusu,dışarı çıkamama,kalabalığa girememe vb.

Akla Uygun Hale Getirme (Rasyonalizasyon)

Benlik için acı,sıkıntı veren bazı dürtü ve duygular akla yatkın ve sıkıntı vermeyen bir hale getirilmeye çalışılırlar. Bir başkasına karşı yaptığı yanlışları çeşitli açıklamalarla haklı gösterme çabası vb. durumlar buna örnektir. Tembellik yapan insanların kendilerine çeşitli bahaneler bulması,alkolik kişilerin her gün kendilerine içme nedenleri bulma çabaları vb.

Döndürme (Konversiyon)

Çok yoğun bir sıkıntı yaşayan,ağır bir sterese uğramış kişi o yoğun sıkıntısını yatıştırmaya yönelik birçok savunma mekanizması kullanır. Ama yetmeyince konversiyon dediğimiz bedenin herhangi bir işlevini iptal eden bir davranış sergiler. Örneğin kolu-bacağı tutmaz,yürümez olabilir. Komada gibi yatalak bir duruma geçebilir. Kısmen bilinç kaybı olabilir,körlük,sağırlık vb olabilir. Böylece önce kendisine sıkıntı veren durumdan kurtulmuş ve çevresindeki insanların ilgisini görmüş olur. Bütün bunlar bilinçıdışı olan kişinin farkında olmadığı işleyişlerdir. 'Numara' yapıyor gibi algılanmaması gereken ilgi ve özen gösterilmesi gereken önemli süreçlerdir.

Entelektüalizasyon : Kişinin asıl bunaldığı durumu anlatmak yerine onu bir bilim adamı tutumuyla açıklamaya çalışma biçiminde bir savunma mekanizmasıdır. Örneğin kişi duyumsadığı ve kendisini çok rahatsız eden insest (yakını,kan bağı olan birine cinsel ilgi) duygusunu dile getirmek yerine insestin eski çağlardan beri varolan,şu şu krallıklarda yaşanmış bir durum olduğunu anlatır. Entellektüel açıklamalarla,asıl yapması gerekeni,içinden geçen duygu,düşünceleri anlatmak yerine ayrıntılarla görüşmeyi anlaşılmaz hale getirme tipik bir örnektir.

Düş Kurma (Fantazi)

İnsanın dış dünyada doyuramadığı istek ve dürtülerini düşler kurarak doyurma çabasıdır. Çocukluk ve ergenlik yıllarında çok kullanılan bir metabolizma olmakla birlikte içe dönük erişkinlerde yoğun biçimde kullanılabilir. Sanatsal yaratının vazgeçilmez bir olanağı olarak işlev görür. Genel olarak insanların günlük yaşantısını, işini, okulunu vb. aksatmıyorsa hiç bir sakıncasi yoktur. Ama engelliyorsa kişinin bir psikiyatrist ile görüşmesi uygun olur.

Yüceleştirme (Süblimasyon)

Çocuğun büyüme sürecinde taşıdığı olumsuz dürtüleri,duyguları toplumun kabul edemeyeceği yasak vb. bir davranışı toplumun olumlu bulduğu bir davranış,eylem biçimine çevirerek olumlu şeyler yapmasıdır. Örneğin saldırganlık dürtüsü yoğun olan bir çocuğun boksa eğlim duyarak herkesin olumladığı,alkışladığı büyük bir boksör olmasi gibi. Bilimsel merak,sanatçılık vb. yüceleştirme örnekleridir. Yüceleştirmeyi diğer savunma mekanizmalarından ayıran en temel fark her hangi bir sıkıntıya karşı ortaya konmamasıdır. Diğer tüm savunmaların aşırı oluşu hastalık olurken bunda böyle bir şey söz konusu değildir.

Travmalar ve Travmalarla Başetme Yolları

Özellikle son yıllarda ülkemizde ve dünyanın genelinde sıkça yaşanmaya başlanan deprem ve sel gibi diğer doğal âfetler, savaşlar ve silâhlı çatışmalar, trafik kazaları, saldırılar, işkence ve tecavüz gibi olaylara mâruz kalan kişiler korku, dehşet ve çâresizlik yaşamaktadırlar. Çok yakın geçmişte Çin’de yaşanan ve tüm dünyayı üzüntüye boğan deprem felâketi ile beraber yeni vak’aların da ortaya çıkacağı kesindir. Bu olaylar insanın ruh sağlığını olumsuz etkilemekte ve etkisi yıllarca sürebilecek izler bırakabilmektedir. Günlük rutin işleyişi ve işlevselliği bozan, beklenmedik bir şekilde gelişen, dehşet, endişe ve panik yaratan, kişinin yaşamış olduğunu anlamlandırmaya çalışma süreçlerini bozan bu tür olayları “travmatik yaşantılar” olarak adlandırmaktayız. Travma, ruhsal ve/veya bedensel bütünlüğü bozan her türlü yaralanmaya, örselenmeye verilen genel isimdir.Daha detaylı bir açıdan baktığımızda, “ruhsal travma” kapsamına fiziksel ve duygusal tâcizler (dövülme, gasp olayları, çocukluk çağından beri süregelen sevgisiz ortam, sağlık, eğitim, barınma ve beslenme gereksinmelerinin karşılanamaması vb.), cinsel tâcizler, doğal âfetler, yangınlar, trafik kazaları, savaşlar ve çatışmalardan etkilenmek girmektedir. Ruhsal travmayı izleyen dönemde bâzı kişilerde önce “Akut Stres Bozukluğu”, bâzı kişilerde de bunun sonrasında “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” veya diğer adı ile “Posttravmatik Stres Bozukluğu” dediğimiz bir durum gelişebilmektedir. Akut Stres Bozukluğu travma oluşumundan sonraki ilk 1 aylık süre içinde gözlenir. Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nda ise travmatik olayın üzerinden 1 ay geçmiş olmasına rağmen olayın etkilerinin hâlâ devam etmesi söz konusudur.

Amerikan Psikiyatri Birliği’nin 2000 yılında yayınladığı zihinsel bozuklukları tanımlama ve sınıflama sistemine göre (DSM-IV-TR) Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) için tanı ölçütleri şu şekilde belirlenmiştir:

1. Kişi aşağıdakilerden her ikisinin de bulunduğu bir biçimde travmatik bir olayla karşılaşmıştır:

•Kişi, gerçek bir ölüm veya ölüm tehdidi, ağır yaralanma veya kendisinin veya başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya tanık olmuş veya böyle bir olayla karşı karşıya gelmiştir.

•Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik veya dehşete düşme vardır. Çocuklarda ise bu tepkiler yerine dezorganize veya ajite davranış şeklinde dışavurum görülmektedir.

2. Travmatik olay aşağıdakilerden biri veya daha fazlası yoluyla sürekli olarak yeniden yaşanır:

• Olayın sıkıntı veren anıları düşlemler, düşünceler veya algılar şeklinde elde olmadan tekrar tekrar hatırlanır. Yine çocuklarda travmanın kendisi ya da değişik yönleri tekrar tekrar oynadıkları oyun formatında sergilenmektedir.

• Olay sık sık, sıkıntı veren bir biçimde rüyada görülür. Çocuklarda da bu rüyalar içeriğini anlamadan görülen korkunç rüyalar olarak ortaya çıkmaktadır.

• Kişi travmatik olay sanki yeniden oluyormuş gibi davranır veya hisseder.

• Kişi travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran veya andıran iç veya dış olaylarla karşılaştığında yoğun bir psikolojik sıkıntı duyar ve/veya fizyolojik tepki (çarpıntı, terleme, titreme, nefes darlığı gibi) gösterir.

3. Kişi aşağıda belirtilen kaçınma davranışlarından en az üçünü yaşar ve genel tepki düzeyinde azalma görülür:

• Travmaya eşlik etmiş olan duygu, düşünce veya konuşmalardan kaçınma çabaları.

• Travma ile ilgili anıları uyandıran etkinlikler, yerler veya kişilerden uzak durma çabaları. (örn. trafik kazası geçirmiş bir kişi araba kullanmak veya arabaya binmek istemeyebilir; uyku esnasında depreme mâruz kalmış bir depremzede uyuyamaz veya geceleri yalnız kalamaz.)

• Travmanın önemli bir yönünü anımsayamama.

• Önemli etkinliklere karşı ilginin veya bunlara katılımın belirgin olarak azalması.

• İnsanlardan uzaklaşma veya insanlara yabancılaştığı duyguları.

• Duygulanımda kısıtlılık (örn. sevme duygusunu yaşayamama, “taşlaşmış” gibi olma.)

• Bir geleceği kalmadı duygusunu taşıma (örn. bir mesleği, evliliği, çocukları veya olağan bir yaşam süresi olacağı beklentisi içinde olamama).

4. Aşağıdakilerden ikisinin veya daha fazlasının bulunması ile belirli, “artmış uyarılmışlık” belirtilerinin sürekli olması:

• Uykuya dalmakta veya sürdürmekte güçlük.

• Huzursuzluk ve yerinde duramama hâli veya öfke patlamaları.

• Düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırmada zorluk çekme.

• Her an tetikte olma, aşırı dikkatlilik.

• Aşırı irkilme tepkisi gösterme (örn. telefon sesleri, kapı çarpması, kamyon gürültüsü gibi sesler kişilerin âniden irkilmelerine sebep olup oldukça sıkıntı verebilir.)

TSSB’nda Başlangıç, Süreç ve Gidiş:

DSM-IV-TR’ye göre semptomların başlangıcını ve süresini belirtmek için aşağıdaki belirleyiciler kullanılmaktadır:

Akut: Semptomlar 3 aydan daha kısa sürdüğü zaman.

Kronik: Semptomlar 3 ay veya daha uzun sürdüğü zaman.

Gecikmeli Başlangıçlı: Travmatik olayla semptomların başlangıcı arasında en az 6 ay geçtiği zaman.

TSSB, çocukluk dönemi de içinde olmak üzere herhangi bir yaşta başlayabilir. Başlangıcın en yüksek olduğu dönem genç erişkinlerdir. Semptomlar genellikle travmadan sonraki ilk 3 ayda başlarsa da semptomlar başlamadan önce aylar, hâttâ yıllar geçtiği de olabilir. Semptomların süresi değişebilir. Klinik vak’aların yarısında 3 ay içinde düzelme olur, birçoğunda da semptomlar travmadan sonra 12 aydan daha uzun sürer. Travmatik olayın şiddeti, süresi ve kişinin olaya yakınlığı böyle bir bozukluk geliştirmeyi belirleyen en önemli etkenlerdir. Toplumsal desteklerin, âile öyküsünün, çocukluk yaşantılarının, kişilik değişkinliklerinin ve daha önceden bulunan zihinsel bozuklukların TSSB geliştirmeyi etkileyebildiğine ilişkin bâzı kanıtlar vardır.

TSSB için Risk Faktörleri, Cinsiyet Açısından Farklılıklar

Travmatik olay yaşayan veya yoğun stres yaratan bir kriz dönemi geçiren neredeyse herkes “stres tepkileri” gösterebilir ve problemler yaşayabilir. Bu herkesin hasta olduğu anlamına gelmez. Hâttâ bir süre sonra birçoğu da bu problemlerden büyük ölçüde kurtulabilirler. Bâzı kişiler ise TSSB yaşamaktadır. Âilede psikiyatrik bir bozukluğun olması, erken çocukluk döneminde davranış bozukluklarının olması, eğitim düzeyinin düşük olması, küçük yaşta âileden ayrılma, daha önceden var olan depresyon ve yeterli çevresel desteğin olmaması gibi faktörler TSSB’nin gelişmesi riskini arttırmaktadır.

Toplumda her üç kişiden biri hayatlarının belli bir evresinde ağır travma yaşarlar. TSSB bunlardan %10-20’sini etkilemektedir. Hayat boyu TSSB’ye rastlama oranı %8 bulunmuştur. (erkeklerde %6, kadınlarda %8). Kadınlarda cinsel tecavüzler ve fiziksel tâciz daha yüksekken, erkekler de silâhlı saldırı ve çatışma şeklindeki etkenlere daha sık rastlanmaktadır. Kadınlarda semptomlar daha şiddetli olup, hastalık da daha uzun sürmektedir.

TSSB’de TEDAVİ

Erken tedavi sorunun sürüp gitmesini engelleyen en önemli etkendir. Bu nedenle, sorunları paylaşmak önemlidir. Yaşanan sorunların bir uzmana danışılması tedavide ilk adım olacaktır. Çünkü travma sonrasında oluşan stres belirtilerinin ilâç ve/veya psikoterapi ile tedavi edilmesi mümkündür. Hastalığın seyrine, hangi belirtilerin ön plânda olduğuna göre gereken ilâç tedavisi mutlaka uzman bir psikiyatr tarafından düzenlenmelidir.

Belirli bir travmaya mâruz kalmış bir hasta ile karşılaşan uzmanın yaklaşımında üç ana öğe yer almaktadır:

1. Hastaya tam bir destek vermek ve onun yanında olduğunu hissettirmek.

2. Hastanın yaşadığı olayı tartışması konusunda onu cesaretlendirmek.

3. Yaşadığı rahatsızlıkla ilgili baş etme mekanizmalarını öğretmek.

Bunların yanı sıra sedatif ve hipnoz uygulamaları da tedavide son derece yararlı olmaktadır. Hastayı bu rahatsızlığından farmakoterapi ve/veya psikoterapi uygulamaları ile kurtulacağı konusunda ikna etmek, ayrıca hasta ve aileler için ek destek sağlayarak onları TSSB olan hastalar için özel olarak oluşturulan bölgesel ve ulusal destek grupları konusunda bilgilendirmek ve haberdar etmek tedavinin diğer önemli hususları arasında yer almaktadır.

TSSB’nin tedavisinde kullanılan psikoterapik tedavi yöntemi davranış terapisi, bilişsel terapi ve hipnoz içerir. Psikoterapilerin kısa süreli yapısı bağımlılık riskini de azaltmaktadır. Terapistin tedavi çerçevesinde edindiği diğer bir rol de hastanın yaşadıklarını inkâr etmesini durdurma ve bunları kabûllenmesini sağlamaya yöneliktir. Hasta travmatik olayla ilgili yaşadığı hisleri ifâde etmede ve anlatmada cesaretlendirildiği gibi gelecekle ilgili plânlar yapması konusunda da yönlendirilmektedir.

Hastalığın tedavisinde iki büyük psikoterapik yaklaşım kullanılmaktadır:

1. Hastanın yaşadığı travmatik olayla yüzleştirilmesi: Bu yaklaşımda hastanın olayı ve olay anında yaşadıklarını hayâl etmesini teşvik (imajinasyon) etmenin yanı sıra hastanın olayı yaşadığı yer, mekân veya durumda bulundurulması sûretiyle olayı yerinde yeniden canlandırmasını sağlama (in vivo) yöntemleri kullanılmaktadır.

2. Hastaya stres ile baş etme yollarının öğretilmesi: Bunların arasında gevşeme (relaksasyon) yöntemleri ve stresin üzerinden gelmenin bilişsel yaklaşımları vardır.

Yukarıda bahsi geçen bireysel tedavi tekniklerine ek olarak grup ve âile terapilerinin de TSSB vakalarında yararlı olduğu klinik çalışmalarla kanıtlanmıştır. Grup tedavilerinin avantajları çeşitli travma deneyimleri olanların yaşadıklarını birbirleri ile paylaşmaları ve grup üyelerinin birbirlerini desteklemeleridir.

Semptomların belirgin bir şekilde ciddileşmesi, intihar veya diğer hayatî riskler gelişmesi durumunda ise hastanın derhâl hastaneye yatırılması gerekmektedir.

TSSB olan çoğu kişi bu konuda bir yardım almamaktadır. TSSB semptomları gösteren bir hasta gerekli olan tedaviyi almadığı takdirde;

• Sosyal ve meslekî hayatı ile duygusal dünyasında bozukluklar oluşması (örn. boşanmalar, işsiz kalma, hayattan zevk alamama gibi),

• Hayat kalitesinin azalması (örn. madde bağımlılığı gelişmesi, intihar girişimleri gibi),

• Diğer fiziksel ve psikolojik sorunlara eğiliminin artması (örn. gastrit, hipertansiyon gibi fiziksel; depresyon, Panik Bozukluğu gibi psikolojik problemler) kaçınılmazdır.