psikoloji tanım açıklama sorun tedavi yöntem hastalık psikanaliz freud sigmund ruhbilim psychology psikoloji adler psikopatoloji şizofreni parapsikoloji psikoterapi psikopati otizm psikanaliz şizofreni parapsychology cure therapy disease illness behaviouralism health autism psychoanalysis

Özel Arama

21 Eylül 2007 Cuma

KENDİLİK PSİKOLOJİSİ

KENDİLİK PSİKOLOJİSİ

İlişkisel Matrisin İçindeki Kendilik ve Kendiliğin Dönüşümleri

Bir-kişi psikolojisinden iki-kişi psikolojisine doğru, iyice belgelenmiş olan kayma (Rickman, 1957; Balint, 1968; Greenberg ve Mitchell, 1983; Modelle, 1984; Mitchell, 1988; Ghent, 1989) psikanalitik kuramdaki gelişmelerin birçoğunu, Britanya nesne ilişkileri okulu, kendilik psikolojisi, kişilerarası psikanaliz ve Freudyen ego psikolojisindeki son akımlar da dahil olmak üzere, içine alır ve hepsinin sınırlarını aşar. Kapsamlılığından ötürü “ilişkisel bakış” diye adlandırılan (Greenberg ve Mitchell, 1983; Mitchell, 1988) psikoloji bu kitabın konusudur. İntrapsişik bakış açısından alan bakış açısına bu kayma, Kopernik'in yaptığı devrime benzetilebilir, zira birey, tıpkı dünya gezegeni gibi, kendi başına değildir, ancak evren genelindeki “yerçekimi kuvvetleri” ile ilişki içinde anlaşılabilir.

Gözlemsel Tutumlardaki Kayma

Bilim alanında, kuramsal bakış açılarındaki temel kaymalar, çoğu kez gözlemsel ve kavramsal tutumlarda da belli başlı değişmeleri beraberlerinde getirirler. Psikanalizde intrapsişik modelden alan modeline geçiş, kısmen, “gerçek” denilen şeylerin “nesnel olarak” gözlemlendiği 19. yüzyılın pozitivist biliminden, “gözlemlenen”in her zaman gözlemci tarafından biçimlendirildiğinin kabul edildiği, Heisenberg'in Belirsizlik İlkesi ile öne çıkan 20. yüzyılın göreceli bilimine doğru, süregelen, kapsamlı değişime dayanır.

Pozitif bilimden göreceli veya algılanımcı (perspectivistic) bilime geçişin yansımaları, psikanalitik gözlem tutumlarında “nesnel” gözlemciye karşı “empatik gözlem tarzı”nın formüle edilmesinde görülebilir. Freud'un, hastanın intrapsişik dünyasını araştırırken, dolaylı olarak, henüz formüle edilmemiş empatik gözlem tarzını kullanması büyük bir buluştu. Fakat o günün pozitif bilimi, hastanın iç yaşamının incelenmesini hatırı sayılır derecede etkilemişti. Analistin gözlemleri ve yorumları bugün bile (özellikle klinik tartışmalarda) hala “nesnel” olarak görülüyor. Kohut (1959, 1982) görececi bilimsel duruşuyla, analistin gözlemleneni her zaman etkilediğini kabul ederek, empatik gözlem tarzının tutarlı olarak kullanılmasını, yani analizanın bakış açısını içerden anlamaya gayret etmeyi açıkladı ve önerdi. Analizanın bakış açısını ve deneyimini öne çıkarmak demek, analistin kendi görüşünü analizana dayatmasının aleyhinde olmak demektir. Her ne kadar bu dinleme tutumu analizanın elden geldiğince kendi bakış açısından “duyulması” için düzenlenmişse de, bunun göreceli bir mesele olduğu açıktır, çünkü duyulan analist tarafından her zaman farklı biçimlerde şekillendirilir. Bu dinleme tutumuna “gözlemleme” metodu demek pozitif bilimden göreceli bilime doğru süregelen kaymayı yansıtır çünkü “gözlemleme” “dışarıdan” gözleyenin olduğu anlamına gelir. Göreceliliği daha fazla vurgulayan bir betimlemeyle bu tarza, analistin algılama süreçlerine göndermeyle, empatik algılama tarzı denebilir (örneğin Lichtenberg, 1981, bu son terimi kullanır). Analistin algıları, anladıkları ve açıklamaları sonradan analizana, kendi deneyimleri ile değerlendirmesi için sunulur (Schwaber, 1984, bu tutumu daha ayrıntılı betimledi).

Analistin gözlemleri ve yorumları artık “nesnel” gerçekler yerine “öznel” düzenlemeler olarak görüldüğünde, analistin “nesnel” gözlemci konumundaki “tahtından indirilmesi”yle ve analitik süreci algılamada ve yapılandırmada ortak katılımcılardan biri haline gelmesiyle, analitik alanda çok büyük bir kayma olur. Nasıl analizanın şemaları analisti deneyimleyişini farklı biçimlerde şekillendiriyorsa, analistin algısal-duygulanımsal-bilişsel düzenleme ilkeleri veya şemaları da, analistin analizanın deneyimlerini nasıl deneyimlediğini ve anlamlandırdığını farklı biçimlerde şekillendirir. Pozitivist bilimden göreceli bilime bu temel kayma ve gözlem tutumlarındaki paradigma değişikliği, analitik arenanın iki kişi arasındaki etkileşimi içerdiğinin, ve bu anlamda ilişkisel ya da öznelerarası bir alan olduğunun altını çizer.


Bir-Kişi Ve İki-Kişi Psikolojileri: Yeni Bir Sentez

Kişiyi anlamaya çalışırken (kişilik kuramı), bir–kişili bir psikoloji modeli, biyolojik olarak belirlenmiş olan gelişimsel ilerlemeye (unfolding) ve çatışmalı deneyime ağırlık verir ve psikopatolojiyi öncelikle intrapsişik kaynaklı olarak görür. İki–kişili bir psikoloji modeli ise gelişimin ve çatışmanın ilişkisel bir alanda ortaya çıkmasını vurgular ve psikopatolojiyi öncelikle ilişkisel alanın içinde ortaya çıkan ve ilişkisel alan tarafından üretilen bir şey olarak görür. Gelişimi ve hastalığın kaynağını (pathogenesis) inceleyen bu iki kuramdan birincisi intrapsişik, ikincisi ise ilişkisel vurguyu yansıttıkları için, bir-kişili bir psikoloji modeli, analitik alana uygulandığı zaman, aktarımı, yer değiştirme ve analistin boş ekranına yansıtma olarak gören, buna analistin katkısının yok denecek kadar az olduğunu varsayan klasik görüşü, yani aktarımın çarpıtma olduğu görüşünü destekleme eğilimindedir (gözden geçirme için bkz. Fosshage, 1990a). İlişkisel deneyim değil, yorum ve içgörü terapötik eylemin en önemli unsurları olarak görülür. Buna karşılık iki-kişili bir psikoloji modeli, hem hastanın, hem de analistin aktarıma farklı şekillerde katkıda bulunduğu görüşündedir (gözden geçirme için bkz. Fosshage, 1990a). Analitik sahneyi iki-kişi psikolojisi olarak kavramlaştırmak, yeni ilişkisel deneyimin, vurgulanmasa da, yorum ve iç görünün yanında terapötik eylemin önemli bir unsuru olarak içeri alınmasına kapı açar.

Modell (1984) ve Mitchell'ın (1988) da işaret ettikleri gibi, bu iki kuramsal görüş arasında geniş ölçüde bir örtüşme vardır. Ne bir-kişi görüşü “saflık derecesinde solipsistik” ne de iki-kişi görüşü “saflık derecesinde çevresel”dir (Mitchell 1988, s. 4). Bir-kişili bakış açısı çevresel etkenler içerir, ama gelişimde, hastalığın oluşmasında (pathogenesis), aktarımda ve terapideki eylem genelde intrapsişiktir. Öbür taraftan, iki-kişili bakış açısı biyolojik belirleyiciler içerir (örneğin temel güdülenmeler bütün psikanalitik teorilerde biyolojik kökenlidir, ya da donanımsaldır), ama gelişimde, hastalığın oluşmasında, aktarımda ve terapideki eylem genelde ilişkiseldir. Bütün kuramlar bu iki görüşün temel öğelerini içerseler de, yorumların yapılandırılmasında da gördüğümüz gibi, çoğu kuram ya birinci ya da ikinci yöne ağırlık verir. Üstelik çeşitli tekli ve ikili modellerindeki öğeler içerikte önemli farklılıklar gösterirler. Örneğin bütün birincil güdülenme kuramları, güdülenmenin organizmaya ait olduğunu varsayarlar, fakat belirli güdüsel çabalarının hangileri olduğu konusunda ayrılırlar.

Her ne kadar Freud (1896) baştan çıkarma kuramına iki-kişi vurgusuyla başladıysa da, kuramı zaman içerisinde intrapsişik bir modele dönüştü. Psikanalizde alan bakış açısının tekrar ortaya çıkması, Hegel'in “antitez”i, başlangıçta birbirini tamamlayan modellerin kullanılmasının (Modell, 1984), ve şimdi de bir-kişi ve iki-kişi perspektiflerinin entegrasyonuyla mümkün olan yeni bir sentezin yolunu açtı (Modell, 1984; Ghent, 1989). Ghent'in (1989) de işaret ettiği gibi, Winnicott, Guntrip ve Kohut'un birbiri ile örtüşen çalışmalarının öncülüğünde ortaya çıkan bir sentez, ilişkisel alanda “psişenin eylem merkezi olarak” kendilik kavramıdır.

Kendilik psikolojisi, esas odağı kendiliğin gelişimi, pekiştirilmesi ve sürdürülmesi olduğu için, bazı taraftarları (örneğin, Goldberg, 1986, ve Wolf, 1988) ve eleştirenleri (örneğin, Bromberg, 1989, ve aktarımla ilgili olarak Hoffman 1983, ve Mitchell, 1988, 1990) tarafından, özünde bir-kişi psikolojisi olarak görülür. Bu değerlendirme, benim görüşüme göre esasen Kohut'un başta gelişimi narsistik ve nesne ilişkisel hat olarak ikiye ayırmasına, ki bu ayrımı hiç bir zaman tam olarak ortadan kaldırmadı, bir de Kohut'un, nesne arkaik kendiliknesnesi işlevlerini karşılarken, kendilikle nesnenin kaynaşmış durumda olduğuna dair erken nosyonuna dayanıyor. Gelişimi iki ayrı hat ile kavramsallaştırmak, kendiliğin gelişiminin ilişkisel alanda gerçekleşmediği gibi bir yanlış bir çıkarsamaya yol açar. Bu da, kendililik-kendiliknesnesi matrisine yapılan vurgunun ışığında kuramsal bir tutarsızlığı (daha açılmak üzere) gösterir. Üstelik bu ayrım kendilik durumunun kişinin nesne ilişkilerini etkilemediği, öbür taraftan nesne ilişkilerinin kendilik duyumunu etkilemediği gibi bir yanlışlığa yol açar. Kohut, her ne kadar kendilikle ilgili meseleleri (klasik kuramdaki çocuksu narsizmden nesne ilişkililiğe giden yolun tersine) kendiliğin gelişimi üzerine odaklanarak meşrulaştırdıysa da, başlangıçta, elinde olmadan, klasik kuramın kendilik ve nesne ilişkileri ile ilgili meseleleri ikiye ayırma hatasını tekrar etti. Kohut (1984) bu ikilemden kendini hiçbir zaman tam olarak kurtaramasa da, onun “kendilik-kendiliknesnesi ilişkileri” betimlemesi, genellikle iki ayrı kişiyi içerdiği için, gittikçe daha ilişkisel hale geldi (bkz. s. 49-52). Sonradan, başka yazarlar (örneğin Modell, 1984; Stolorow, Brandchaft, ve Atwood, 1987; Bacal, 1990; Bacal ve Newman, 1990; Fosshage, 1990c) kendilik-kendiliknesnesi matrisinin ilişkisel bir matris olduğunu daha kuvvetli bir şekilde öne sürdüler; bu nedenle kendilik psikolojisini, bir bakıma, temelde iki-kişilik bir alan modeli olarak görürler.

Benim tezim, evrilen kendilik psikolojisi kuramının, Kohut'un (1984) bilhassa son kitabında çizdiği yoldan giderek, yavaş yavaş tekli ve ikili özellikleri yeni bir senteze ulaştırmakta olduğu, ve bireye ve analitik sürece dair kapsamlı bir anlayışa ulaşılabilmesi için yeni bir senteze ihtiyaç duyulduğudur. Buradaki amacım kendilik psikolojisinin psikolojik gelişimi, hastalığın kaynaklarını, aktarımı ve terapötik eylemi kavramlaştırmadaki bazı bir-kişi ve iki-kişi özelliklerini gözden geçirerek, ortaya çıkan bu sentezin örneklerini vermektir. Kendilik psikolojisine dayalı psikanaliz, bütün psikanaliz yaklaşımları gibi, evrimine devam etmekte, ve geniş bir yelpazede kuramsal ve klinik çeşitlemeler ve farklılıklar içermektedir. Aşağıda yapacağım münakaşa tabi ki benim kendi görüş açımı vurgulayacaktır.

Psikolojik Gelişim

Bütün gelişim modelleri, insanoğlunun genel gelişim desenlerini takip etmek üzere donanımsal olarak kodlanmış (prewired) olduğunu varsayarlar. Bu desenlerin ne derece kesin oldukları, içerikleri ve vurgulanmaları bir hayli farklılık gösterir. Gelişimin nasıl ve ne dereceye kadar ilişkisel bir alanı gerektirdiği ve kişiyi ne dereceye kadar ilişkisel alanın şekillendirdiği bir-kişi ve iki-kişi ayrımını belirler.

Kohut (1984) psikolojik gelişimin merkezine kendilik ve kendiliknesnesi matrisinin içinde “kendine özgü eylem programını” “gerçekleştirmeye” çabalayan kendiliği yerleştirdi. Kohut'un “çekirdek kendiliği” kısmen doğuştan var olan veya donanımsal olarak kodlanmış bir genel gelişim programıdır (Goldberg, 1986), ve kendiliğin gelişimine genel bir yön veren aynalanma, idealizasyon ve ikizlik kendiliknesnesi gereksinimlerini içerir. Bunlara ilaveten çekirdek kendilik, ortaya çıkan amaçlar ve ideallerin ifade edilmesinde kullanılan özel yetenekleri de ihtiva eder. Her ne kadar Kohut “dinçlik”, “canlılık”, “uyumluluk”, “bağımsız inisiyatif merkezi” gibi kendiliğin deneyimle erişilebilecek çeşitli özelliklerini betimlediyse de, böylesine yeni bir kavram hakkında nihai sonuçlara varmak için henüz fazla erken olduğu kaygısıyla, kendilik kavramını kesin olarak tanımlamaktan kaçındı. “Kendine özgü eylem programı”ndan kasıt, kişiye özgü ve baştan var olan genel bir gelişim “programı” veya “yol gösterici” ilkedir. Bu kişiye özgü yol gösterici merkez fikrine verilen önem değişse de, birçok psikanalitik yazar tarafından tanınmış ve betimlenmiştir. Örneğin Loewald (1960) şöyle diyor:

Eğer analist bu meydana çıkan çekirdeğe odaklanırsa, hastasını kendi imgesine göre şekillendirmekten veya hastanın nasıl biri olması gerektiğine dair kendi düşüncelerini hastasına dayatmaktan kurtulur. Bu, bireye ve bireysel gelişime duyulan sevgi ve saygı özüne dayanan bir nesnellik ve yansızlık gerektirir [s. 229].

İçsel bir “çekirdek” kavramı Winnicott'ın (1960) “sahte kendilikten” ayrı olan “gerçek kendilik” fikrinde, Guntrip'in (1971) kendilik kavramında ve Jung'un (1953) kendiliği “yol gösterici” bir merkez olarak gördüğü, her şeyin üstünde olan kendilik kavramında da ortaya çıkıyor (Whitmont, 1987).

Her bireye özgü içsel bir “çekirdeğe” ve temel gelişimsel çabalara dair deliller birikmeye devam ediyor. “Kendini düzeltme” (self-righting) (Tolpin, 1986; Lichtenberg, 1989) kavramı embriyolog Waddington'ın 1947'de öne sürdüğü, her organizmanın genetik olarak kendini düzenleme (self-organizing) ve kendini düzeltme eğilimine programlı olduğu fikrinden, son zamanlarda yapılan bir alıntıdır. Lichtenberg (1989) “kısıtlayıcı bir dış koşulda olumlu bir değişme olduğu zaman, gelişimsel bir ilerlemeyle açıkların kapatılmasına yönelik öz bir eğilimin” varlığını öne sürer (s. 328). Tolpin (1986) engellenmiş bebeğin birdenbire canlanarak “anneyi doğru eyleme sevk etmek” için ısrarla gayret ettiğini gözlemler (s. 121). REM yoksunluğu kendini düzeltmeye veya “geri tepme etkisine” yol açar (gözden geçirme için bkz. Fiss, 1986). Kendilik durumu (self-state) rüyaları (Kohut, 1977) zayıflamış bir kendilik duyumunu onarma gayreti olarak görülürler. Hem klinik göstergelere hem de REM ve rüya içeriği çalışmalarına dayanarak ben (Fosshage, 1983, 1987) zihinsel faaliyet olarak rüya görmenin, psikolojik organizasyon söz konusu olduğunda, temelde gelişimsel, koruyucu ve onarıcı (ya da kendini düzeltmeye yönelik) işlevleri olduğunu varsayıyorum. Yapısal olarak verili birçok özellikle ilgili olarak, Thomas ve Chess (1977) yaptıkları araştırma ile bize doğuştan mevcut olup hayat boyu devam eden temel mizaç farklılıklarına dair güçlü kanıtlar sağladılar. Stern (1985) de bebek araştırmalarına dayanarak, kendilik duyumunun “kişilerarası” bir alanda gelişimsel olarak açığa çıkmasının (unfold) ve yapılanmasının altında yatan bir dizi verili, donanımsal özelliğin varlığını gösterir. Stern'in “özde belirlenmiş sosyal bir niteliğin süregiden açığa çıkması” (s. 234) betimlemesi, ilişkileri kendiliğe dahil bir özellik haline getiriyor.

Nasıl belirlenirse belirlensin, gelişimsel çabalar ve kendine öz bir “çekirdek” varsayımı, analiz için motivasyon ve genel bir yön sağlar. Analitik tedavi isteyen bir hastanın ümidi gelişimi için gerekli deneyimlerdir (kendilik psikolojisi açısından aktarımın veya analitik ilişkinin kendiliknesnesi boyutu; yeni başlangıç arayışı için bkz. Ornstein, 1974), Hasta geçmişin tekrarını bekler ve analitik deneyimi iyice yerleşmiş şemalarına göre (aktarım) düzenleyip yapılandırma ve eski ilişkilerinin belirlediği karakteristik şekilde bağlantı kurma eğilimindedir. Bu çeşitli süreçler girift bir örgü oluştururlar, ve analizin odağıdırlar. Eğer gelişim çabası varsayımı yapılmazsa, analizan tamamıyla “eskiye” yatırım yapan biri olarak algılanır; bu ister çocukluktan gelen saplanma (fixation), ister tekrarlanan ilişki konfigürasyonları (bağ kurma, psikolojik organizasyon veya ikisi birden amaçlanarak) olarak kavramlaştırılsın. Bu şartlar altında analitik değişim için tüm ivme analizanın değişme çabalarından desteklenmek yerine, farkedilmeden analiste kayabilir ve artık analistin değişim gündemi haline gelen şeyi analizanın kabulünü ya da reddini kuvvetlendirebilir.

Sorunlu şemaların (aktarım) yanında gelişim çabalarını da varsaymak ve hesaba katmak, analistin klinik materyali nasıl dinlediğini ve nasıl organize ettiğini temelden etkiler. Örneğin, son zamanlarda yapılan bir vaka sunumunda (Fosshage, 1990b) analizanın bitip tükenmeyen talebini tartışmacılar ve analist oldukça farklı algıladılar. Bazıları analizanın “talepkârlığını” (demandingness) çocukluktan kalma bir narsistik büyüklenmeciliğin kalıntısı olarak, başkaları ise “kötü” nesne ilişkisi örüntülerinin tekrarı olarak gördüler. Gelişim çabalarını öne süren analistler (bunların arasında yazar da var) talepkârlığı kısmen hastanın ilgileniliyor ve “ilgilenilmeye layık” olma hissini hem sürdürmedeki zorluğunun (sorunlu şemalar yüzünden), hem de sağlamlaştırma çabasının ifadesi olarak gördüler (Kohut bu sonuncusuna malzemenin “ileri ucu” (leading edge) adını verdi [Miller, 1985]; Guntrip ise [1971] histeriğin içindeki “çığlık” olarak ifade etti).

Kendilik psikolojisinde esas olan, kendiliğin genel gelişiminin doğuştan, donanımsal biçimde programlı oluşuna vurgu, bir tek-kişi psikolojisi özelliğidir. Ne var ki bebek ve gelişim araştırmaları ve klinik veriler, kendilik gelişiminin boşlukta gerçekleşmediğini açıkça gösteriyorlar. Kendilik gelişimi esas olarak ilişkileri içermekle kalmaz, ilişkisel bir alanı gerektirir . Kohut'un en önemli klinik buluşu, hastaların analistlerini olumlu, bütünsel bir kendilik duyumu geliştirme, pekiştirme ve sürdürme için kullanma biçimleri üzerine odaklanıyordu. Kohut analitik deneyimin bu boyutunu kendiliknesnesi aktarımı olarak kavramlaştırdı ve zaman içinde kendilik-kendiliknesnesi matrisine dayanan bir gelişim modeli çizdi. Lichtenberg (1991) şöyle yazıyor: “Kohut, birçok bebek araştırmasıyla uyumlu olarak, güdü , yani kendilik bütünlüğüne ulaşmak ve onu onarmak ile çevre , yani empatik duyarlılık arsında devamlı, karşılıklı bir ilişki kavramlaştırır” (s. 4-5). Kohut (1984) bu kendilik-kendiliknesnesi matrisini hayat verici ve koruyucu, ilişkisel bir matris olarak düşündü:

Kendilik psikolojisi, kendilik-kendiliknesnesi ilişkilerinin doğumdan ölüme kadar psikolojik hayatın esasını oluşturduğunu; psikolojik alanda bağımlılıktan (ortakyaşarlıktan) bağımsızlığa (otonomiye) geçişin, biyolojik alanda buna karşılık gelebilecek, oksijene bağımlı bir hayattan oksijenden bağımsız bir hayata geçişten daha arzulanır olmak bir yana, daha olası da olmadığını savunur [s. 47].
Kendiliğin bir kendilik-kendiliknesnesi matrisi içinde gelişmesi, gelişim modelinin merkezinde olup, bir-kişi ve iki-kişi psikolojilerinden çıkan kuramsal bir sentezdir.

Kendilik-Kendiliknesnesi İlişkileri İlişkisel midir?

Kendilik-kendiliknesnesi matrisinin ilişkisel bir matris olup olmadığı sorusunun etrafında bir hayli karmaşa var. Benim tahminime göre bu karmaşa iki kaynaktan çıkıyor, yani kendilik-kendiliknesnesi bağlantılarına uygulandığı şekliyle kaynaşma (merger) kavramından, ve başlangıçta narsistik ve nesne ilişkisel gelişim hatlarının ayrılmış olmasından.

Kohut (1971) ilk başta, kişi ötekini kendiliği sürdürme ve yenileme işlevlerini sağlaması için kullanıyorsa, kendilik ile nesnenin kaynaşmış (merged) olduğunu düşündü. İddiaya göre, kendilik ve öteki arasında ayrışma olmadan, kişi öteki ile “ilişki” kuramaz. Bundan dolayı kendilik-kendiliknesnesi matrisi ilişkisel değildir. (Böyle bir akıl yürütme “ilişki kurma”nın kendilik ve ötekinin ayrışmasını gerektiren bir şey olarak kavramlaştırılmasına dayanıyor.) Kohut (1977, 1984) sonradan, kendiliknesnesi ilişkilerinin gelişimsel hatları olduğunu ve sadece en “arkaik” olanın kendilik ve nesne arasında kaynaşma içerdiğini öne sürdü. Stern'in (1985) daha yakın zamanda bebek araştırmalarına dayanarak, kendilik ve nesne ayrışmasının çok muhtemelen doğuştan varolduğunu düşünmesi, en eski kendilik-kendiliknesnesi ilişkilerinin bile yeniden kavramlaştırılmasını gerektirir.

Kohut (1984) kendiliknesnesini, “ bizim başka bir kişiye dair deneyimimizin , kendiliğimizi desteklemek için bu kişinin işleviyle ilişki kuran boyutu ” (s. 49, italikler eklenmiştir) olarak görmeye başlayarak, kendiliknesnesi kavramlaştırmasını sağlam bir şekilde ilişkisel matrisin içine yerleştirdi. Kendiliknesnesi boyutu, nesne ilişkilerinin bir boyutu olup, kendiliğin gereksinimlerine (Lichtenberg, 1983; Stolorow, 1986) ve söz konusu ilişkinin özelliklerine göre, bazen öne çıkar, bazen geriye çekilir. Kendilik deneyimi kuramın ve analitik odağın merkezdir ve nesne ilişkilerinin birçok boyutu, kendilik deneyiminin büyük bir parçasını oluşturur. Gelişim, patoloji oluşumu, aktarım ve terapötik eylemde ilişkilerin kendiliknesnesi boyutuna büyük önem vermesiyle, kendilik psikolojisi temelde ilişkisel bir model haline gelir (Modell, 1984; Bacal, 1990; Bacal ve Newman, 1990; Fosshage, 1990c).

Kendilik-kendiliknesnesi matrisinin ilişkisel olup olmadığı karmaşasının ikinci kaynağı da, Kohut'un narsistik ve nesne ilişkisel gelişim hatları arasında başta yaptığı ayrımdır. Bu ayrımın yapılma sebebi bir bakıma yeni kuram için eski kuram kadar önemli bir yer yaratmak ve eskiyi de bozmamaktı. Kohut'un başta iki bağımsız gelişim çizgisi varsayması, tekrar ediyorum, ister istemez klasik kuramın kendilik ve nesne ilişkileri arsında ikilik yaratma hatasını tekrar etti. Böyle bir ayrım, kendimiz hakkında ne hissettiğimizin ötekiler hakkında ne hissettiğimizi etkilemediğini ima eder. Bunun tersi de geçerlidir. Kendilik gelişiminin ilişkisel bir matris içinde gerçekleştiği ve ilişkisel bir matris gerektirdiği anlaşılırsa, bu kuramsal bilmece çözülür.
Kendilik psikolojisinde kendilik-kendiliknesnesi matrisine devamlı gönderme yapmak demek, ilişkilerin kendiliknesnesi boyutunun gelişimde, patoloji oluşumunda, aktarımda ve terapötik eylemde en önde gelmesi demektir. Kendilik-kendiliknesnesi matrisi terimi ilişkisel deneyimin diğer boyutlarını yansıtmakta yetersiz kaldığı için, Stolorow ve arkadaşları (Atwood ve Stolorow, 1984; Stolorow, Brandchaft ve Atwood, 1987) psikolojik hayatın tüm yönlerini ve analitik ilişkide iki öznelliğin etkileşimini de kapsayacak öznelerarasılık terimini öne sürdüler. Kendilik deneyimi ve nesne ilişkilerinin karmaşık çok boyutluluğu (örneğin, cinsel, itici, bağlantısal – bkz. Lichtenberg, 1989) ve bunlara tekabül eden şemalar öznelerarasılık başlığı altında daha kolay toplanırlar. Analiz, analitik ilişkinin hem kendiliknesnesi veya gelişimsel boyutuna (Kohut'un kendiliknesnesi aktarımı), hem de sorunlu şemalara (aktarım) odaklanmayı gerektirir. Şemalar ve kendiliknesnesi boyutu çoğu zaman girift bir şekilde iç içedirler, karmaşık bir etkileşim içinde ön planla arka plan arasında gidip gelirler. Diğer kendilik psikologları tüm bu deneyimleri kendilik-kendiliknesnesi matrisi başlığı altında toplamaya gayret ederler (P. Ornstein, kişisel iletişim).

Lichtenberg (1991) son zamanlarda odağı analizanın deneyimi üzerinde tutmak için, kavramsal odak noktasını kendiliknesnelerinden kendiliknesnesi deneyimlerine kaydırdı. Kendiliknesnesi deneyiminden kasıt “canlılık ve dirimselliği, gereksinimlerin karşılanmış olmasını ve kendiliğin bütünlüğünü içeren bir duygulanım durumudur” (s. 478). Daha açık söylemek gerekirse, kendiliknesnesi deneyimi, deneyimin canlı ve dirimsel bir kendilik duyumuyla ilgili boyutuna karşılık gelir (Fosshage, 1990c). Kohut'un bütünleşmiş, canlı bir kendilik deneyiminin ancak gerçek ya da sembolik ötekilerle empatik yankılanma hissi taşınmasıyla tam olarak ortaya çıkabileceğine yaptığı vurgu korunur. Eylem tek başına yapılsa ve ilişki baskın olmasa da, ötekilerle empatik yankılanma, tamamen canlı bir kendilik duyumu için hem gereklidir, hem de bunun zeminini oluşturur.

Patoloji Oluşumu

Kohut'un tezine göre kendilik gelişiminin raydan çıkmasının en önemli sebebi şekillendirici ilk yıllardaki sürekli kusurlu kendilik-kendiliknesnesi ilişkileridir. Kusurlu kendiliknesnesi ilişkileri, gelişim için gerekli olan kendiliknesnesinin ulaşılabilirliğinin ve yanıtlayıcılığının yetersizliğini içerir; bu da olumlu, bütünsel bir kendilik duyumunun gelişmesini ve korunmasını aksatır. Dahası, bu kırılmalar yavaş yavaş kendilik ve ötekine dair, kısmen, kısıtlı da olsa bir ölçüde kendiliknesnesi bağını korumak için ötekine gösterilen uyuma (accommodation) dayanan (Winnicott'un, 1960, “yapay kendilik” kavramına tekabül eden) patolojik yapılar veya şemalar oluşturur. Başlangıçta narsistik kişilik bozukluklarına uygulanan bu temel patoloji oluşumu modeli, kuram genişleyip kendiliğin psikolojisine dair bir üst kuram haline geldikçe, (kendiliğin bozuklukları diye görülen) bütün bozukluklara uygulanmaya başladı. Psikanalitik kendilik psikolojisi, ilişkisel eksikliklerden kaynaklanan gelişimsel sapmaları vurguladı. Örneğin Kohut (1977) çözümlenemeyen oidipal zorlukların, biyolojinin belirlediği oidipal çatışmalarla değil, kendilik ve oidipal kendiliknesnesi matrisindeki başarısızlıklarla, yani oidipal kendiliknesnesinin çocuğun ya cinsel ya da rekabetçi çabalarına yeterli karşılık verememesiyle ilgili olduğunu öne sürdü. “Eylem programı” ile kendilik kavramı bir-kişi özelliğini gösterse de, patolojinin kaynağında yatan sapmalar, iki-kişi matrisi içinde oluştuğu için, açıkça iki-kişi özelliğini gösterir. Hem tekli hem ikili özellikleri içinde barındırması kendilik psikolojisini ironik bir şekilde birbiriyle çelişen eleştirilere maruz bıraktı: Bir yandan “asosyal”, intrapsişik bir model olmakla, öbür yandan “ebeveyni suçlayan” bir iki-kişi modeli olmakla eleştirildi.

Bugünlerde psişik yapılanmanın temel taşı olarak görülen anne ve bebek arasındaki etkileşim şablonları (Stern, 1985; Beebe ve Lachmann, 1988), tekli ve ikili unsurların bileşimini içerir. Bu etkileşim şablonları, bebeğin mizacına ve onun gereksinimleri ve güdülenme sistemlerinin (Lichtenberg, 1989) değişken önceliklerine, ve bunlara bağlı olarak annenin, kısmen kendi mizacı ve gereksinimleri ile güdülenme sistemlerinin değişken öncelikleri tarafından belirlenen hassasiyetine bağlıdır. Bu etkileşim şablonları gittikçe algısal- duygulanımsal-bilişsel şemalar oluştururlar ve bu şemalarla ilerideki hayat deneyimleri organize edilir ve yapılandırılır. Devamlı uyumsuzluk gelişimin raydan çıkmasına ve patolojik yapıların oluşumuna temel teşkil eder. İki katılımcının da yapısal özellikleri ve değişen gereksinim ve güdülenmeleri, hem de ikisi arasındaki etkileşimler, girift biçimde iç içe geçmişlerdir ve karmaşık gelişim ya da yapı oluşumu senaryosunu anlamak için gereklidirler. Patoloji oluşumuna dair bu genel kuram, tekli ve ikili özelliklerin bir sentezinin ortaya çıkışını temsil eder.

Aktarım

Kohut'un katkılarının en önemlisi, hastaların analisti, kendini-onarma ve gelişim işlevlerini yerine getirmek için kullanma çabalarını gözlemlemesiydi. Bunları kendiliknesnesi aktarımı terimi ile ifade etti. Analiz bir müddet için kendiliği koruma gayretlerine ve belirli kendiliknesnesi gereksinimlerinin ortaya çıkışını kuşatan çatışmalara odaklanabilir. Bu çatışmalar özellikle geçmişteki travma yaratan olayların tekrarından duyulan dehşetle ilgilidir (Ornstein, 1974). Bu çatışmaların ve bunlarla ilgili koruyucu operasyonların derinlemesine çalışılması, kendiliknesnesi gereksinimlerinin yavaş yavaş ön plana çıkabilmesini sağlar.
Kendiliknesnesi aktarımlarının yerine oturması sadece analizanın kendiliknesnesi gereksinimlerine, çatışmalarına, şemalarına ve koruyucu operasyonlarına bağlı değildir, analistin de yeterli derecede ulaşılabilir olmasını gerektirir. Kohut (1977) bunu gereken “beklenebilecek ortalama duyarlılık” (average expectable responsiveness) olarak adlandırdı. Kendiliknesnesi aktarımı, hem analizanın hem de analistin katkıda bulunduğu ilişkisel bir matristir. Bu nedenle, kendiliknesnesi aktarımının kavramlaştırılması, iki-kişili bir psikoloji modelidir. (Ancak kendiliknesnesi ilişkisel bir boyut olarak kabul edilmezse, bana kalırsa yanlış bir biçimde, “asosyal” olarak görülebilir.)

Analistin belirli ölçüde duyarlı olması gerekliliğinin kabul edilmesi, analiz içindeki ilişkisel deneyime dolaylı olarak yeni bir önem yükler. Yorum, analistin verdiği, hastanın ilişkisel deneyimine katkıda bulunan bir tür tepkidir, ama şüphesiz tek tepki türü değildir. Bu karmaşık etkileşim alanında, optimal duyarlılık terimi (Bacal, 1985) analitik süreci kolaylaştıran geniş kapsamlı analitik müdahaleleri daha iyi yansıtıyor. Bu her şeyi kapsayan teknik kavram olmadan, yorum dışındaki müdahaleler çoğu zaman ya fark edilmiyorlar veya analitik değil diye karalanıyorlar. Sözel inceleme veya yorum çoğu zaman optimal olsa da, bazen sözel olmayan iletişim, örneğin bir yüz ifadesi, optimal tepkidir (bkz. Balint, 1968).

Kendilik psikolojisinin bakış açısından analitik ilişkinin kendiliknesnesi boyutu çok önemli ise de, acaba ilişkinin ve kendilik deneyiminin analize dahil edilmesi gereken başka boyutları var mı? Kohut (1984) narsistik ve nesnel ilişkisel meseleler arasında yarattığı ikiliği hiçbir zaman tam olarak çözmeyerek, kafa karıştıracak biçimde, nesne ilişkisel aktarımların, yani nesne ilişkisel çatışmalarla ilişkili aktarımların da (sanki bunlar kendiliknesnesi boyutunu içermeyen, bambaşka şeylermiş gibi) analiz gerektirdiğini belirtti. Kohut'a göre nesne ilişkisel aktarımlar sıklıkla, kendiliknesnesi gereksinimlerinin ortaya çıkmasına ve kendiliknesnesi aktarımlarının yerleşmesine karşı, analiz edilmesi gereken engellerdir. Kohut'a göre yapı oluşturucu başlıca süreç, kendiliknesnesi aktarımlarının yerleşmesi ve analizi sayesinde ortaya çıkardı.

Benim organizasyon modeli diye tanımladığım, bütünsel olmasa da yeni bir aktarım modeli sonradan ortaya çıktı (modeli ve Gill ve Hoffman'ın, Stolorow ve Lachmann'ın, Wachtel'in, ve benim katkılarımızı gözden geçirmek için bkz. Fosshage, 1990a). Bu modelde aktarım, analizanın analitik deneyimi algılamakta, düzenlemekte ve yapılandırmakta kullandığı, (etkileşim örüntülerinden ve tematik deneyimlerden türetilmiş) algısal-duygulanımsal-bilişsel düzenleyici ilkelere ya da şemalara karşılık gelir. Bu şemalar başarılı veya başarısız bir kendiliknesnesi olma özelliğini içerirler: Canlı bir kendilik duyumunu geliştirme ya da tüketme özelliğini. Örneğin, analizanın geçmiş deneyimlerine dayanan zarar verici öteki beklentisi (şeması), ötekine dair, içinde bir kendiliknesnesi başarısızlığı barındıran bir bakış açısını içerir. Analiz öncelikle, analitik ilişkide harekete geçirildikçe bu problemli şemaların (yani gelişimsel duraklama içeren ve çatışmanın çözümlenmesini imkânsız kılan şemaların) aydınlatılmasına, ve analizan analisti kendilik gelişimi ve sürekliliği için kullandıkça analitik ilişkinin kendiliknesnesi boyutuna odaklanır.

Hem analizan, hem de analist analitik ilişkiye değişen ölçülerde katkıda bulunur. Analizan, analize başlarken yeniyi umar (yani kendiliknesnesi gereksinimi veya gelişim çabası ön plandadır), eskiyi bekler (şemalarına bağlı olarak), ve (şemalarına dayanarak) yeni ve eski, yinelenen ilişkisel deneyimleri uyarmaya meyilli biçimlerde deneyimini düzenler ve etkileşime girer. Aktarımın, daha doğrusu analitik ilişkinin bu iki-kişili kavramlaştırmasının bir parçası olarak analist, analizanın deneyimini onun şemaları ile düzenleyerek anlamaya ve açıklamaya gayret eder.

Aktarımın iki-kişilik alan modeli içinde hem analizanın hem de analistin değişken katkıları ile şekillendirildiğini anlamak, analistin analizanın şemalarını harekete geçirmeye ne derecede katkıda bulunduğunun, şemaların aydınlatılıp aydınlatılamayacağını veya ilişkisel örüntünün tekrarı ile desteklenip desteklenmediğini belirlediğini görebilmemizi sağlar. Örneğin analizan korku içinde analistin uzak ya da duygusal olarak tepkisiz olmasını bekliyorsa, analistin davranış ve tutumunun bu şemayla örtüşme derecesi, beklentinin desteklenmesini veya aydınlatılmasını belirleyecektir. “Hasta belirli bir düzenleyici ilkeyi, ancak analistin katkısı hastanın bakış açısından farklı yorumlara izin verecek derecede asgari düzeyde olduğunda gözlemleyebilir ve belirleyebilir” (Fosshage, 1990a, s. 26).

Terim olarak “karşıaktarım” analistin aktarıma tepkilerini vurgular ve analistin analitik karşılaşmaya katılan öznelliğinin bütününü yeterince yansıtmaz. “Hem hasta, hem de analist karşıaktarımı şekillendirir ve aktarımda olduğu gibi her birinin katkısı asgariden aşırıya uzanan bir aralıkta olabilir” (s. 18). Örneğin, tıpkı hasta gibi analist de hastasını deneyimlerken en ufak göstergelere seçici bir dikkat gösterebilir. Analistin harekete geçmiş olan şemaları ve tepkilerinin analizi kolaylaştırıp kolaylaştırmaması, analistin deneyimine söz konusu hasta ve analistin katkılarına, ve öznelerarası senaryonun müteakiben yapılan analizine bağlıdır. Analist ile hasta deneyimleri arasındaki farklılıklar, öznelerarası karşılaşmaları anlamakta ve analiz etmekte işe yarayabilirler (Wolf, 1988). iki öznelliğin analitik alanda ortaya çıkan etkileşiminin tanınması, bunu daha bütünsel bir alan modeli haline getirir.

Hasta-analist karşılaşmasının karmaşık öznelerarası niteliği, kaçınılmaz denen karşıaktarımları, yani belirli aktarımlar karşısında bütün analistlerin deneyimleyeceği öngörülen belirli karşıaktarımları geçersiz kılar. Örneğin bir analistin düşmanca tutum olarak deneyimlediğini diğeri girişkenlik olarak deneyimleyebilir.

Sıklıkla analistin kaçınılmaz bir şekilde aktarımın “içine çekildiği” söylenir, oysa bir alan modelinde analistin de nasıl içe çekildiğini şekillendirdiği açıklık kazanır (Fosshage, 1999a).

Benzer biçimde analist, analitik ilişkinin kendiliknesnesi boyutunun gelişimsel “çekimine” yeterince açık olmalıdır, ama bu tepki de analist tarafından şekillendirilir.

Analizan ve analist arasındaki karmaşık etkileşim ve her ikisinin öznelliklerinin evrilmekte olan aktarım organizasyon modeline yansıması, bir ve iki-kişi öğelerini sentezler.

Terapötik Eylem

Terapötik eylemin temel bileşenler şunlardır:

(1) Analitik ilişkide kendiliknesnesi öğelerinin (idealize etmek, aynalanmak ve ikizlik) yeterli derecede tutarlı ve güvenilebilir bir biçimde deneyimlenmesinin devamlılığını;

(2) kendilik-kendiliknesnesi kırılmalarının akabinde gelen analiz ve dolayısıyla bunlarla baş edilmesi;

(3) o andaki bağlamda, önde gelen problemli deneyimsel temaların ve şemaların, ve onların ortaya çıkışlarının aydınlatılması (yani aktarım analizi);

(4) büyük ölçüde analitik sürecin önceden bahsedilen öğeleri ile yaratılan, temelde yeni ilişkisel deneyim (yani öteki ile kendilik). Bu süreçler psikolojik organizasyonu, düzenleme ve idare etme yetilerinde artışı (yapı oluşumunu) ve problemli şemaların değişimini (yapısal değişimi) beraberinde getirir.

Devamlı Bir Kendiliknesnesi Deneyimi

Kohut (1982) (biraz isteksizce olsa da) empatik gözlem tarzının kullanılmasının, sürekli bir kabul edilme ve anlaşılma deneyimi sağladığı için terapötik olabileceğini fark etmişti. Bu anlayış (Ferenczi, Balint, Winnicott, Guntrip ve başkalarının çalışmalarını yankılarken) yoruma ve içgörüye verilen geleneksel önemden kayda değer bir ayrılma göstererek, analitik alandaki ilişkisel deneyimin potansiyel iyileştirici değerinin tanınmasının yolunu açtı. 1984'te Kohut, hiç tereddüt etmeden devamlı bir kendiliknesnesi deneyiminin iyileştirici ya da gelişimsel değerini kabul etmişti (bkz. s. 78). Bu deneyimin “düzeltici duygusal deneyim” diye adlandırılabileceğinin Kohut pekala farkındaydı, fakat Alexander'ın (1956) tersine, analistin analitik duruştan çok keskin bir biçimde ayrılmamasını da şart koştu. Bununla beraber, Kohut (1977) analistin kendiliknesnesi olmaya veya gelişimsel “çekime” yeterince açık olması gerektiğini kabul etti ve buna, önceden de belirtildiği gibi, “beklenebilecek ortalama duyarlılık” adını verdi.

Bu ortalama empatik duyarlılık, her ne kadar olanaklar yelpazesi içinde geniş bir alanı kapsasa ve birçok bireysel farklılığa izin verse de, - prensipte - eylemlerini doğru ve tam yorumlar vermekle sınırlayan, psikolojiye programlanmış bir bilgisayarın işlevlerine yakın bir şey değildir. Analistin iyi programlanmış bir bilgisayar gibi işlev göstermeye çalışmaması gerektiğinin “prensipte” doğru olması sonucu, iki öncüle dayanır: Analistin tepkilerinin onun kişiliğinin en derin katmanlarının katılımını gerektirmesi ve... bir bilgisayarın tepkilerinin analizan için beklenebilecek ortalama bir çevre oluşturmayacak olması [s. 252; ikinci vurgu eklenmiştir].
“İnsan mevcudiyeti” (Kohut, 1984) terapötik eylem için çok önemli ve temeldir. Analizanın içinde gelişebildiği (kısmen yorum ve içgörü tarafından yaratılan, fakat kesinlikle bununla sınırlı olmayan) ilişki, yine terapötik eylem modelinin bir ve iki-kişi psikolojisi özelliklerinin yeni bir sentezi olduğunu açıkça gösteriyor.

Bazı kendilik psikologları, psikanalizde yeni ilişkisel deneyimlerden söz etmekte hala isteksiz olsalar ve öncelikli müdahale tarzı olarak hala yorumu vurgulasalar da (bkz. Wallerstein, 1985), diğerleri (bkz. Bacal, 1985; Stolorow ve ark., 1987; Wolf, 1988; Fosshage, 1999a, c) öyle düşünmüyorlar. Psikanalizde yorum dizgesi çok önemli ve çok kere merkezdedir, fakat içgörüyü arttırma amacının yanında, analistin analizanın ilişkisel deneyimine katkıda bulunan bir tepkisi olarak da görülmelidir. Çoğunlukla yorum sekansı analitik ve gelişimsel süreçleri kolaylaştırmada en uygunudur, fakat bazı anlarda da başka eylemler gereklidir (örneğin, bkz. Bacal'ın, 1985, Kohut'un iyi bilinen vakası, ağır depresyondaki bir hastasına tutması için “iki parmak” sunmasına dair tartışması).

Kendilik-Kendiliknesnesi Kırılmalarının Sonrasında Analiz ve Sonucunda Baş etme

Çok kere koruyucu önlemlerin (savunmaların) analizinden sonra ortaya çıkan kendiliknesnesi bağı kaçınılmaz kırılmalara uğradığında, Kohut'un da vurguladığı gibi, yorum yoluyla onarımı sağlamak terapötik eylemin merkezindedir. Bu kendilik-kendiliknesnesi kırılmaları (kendiliknesnesi boyutu ilişkilerin bir parçası olarak anlaşıldığında) hasta ile analist arasındaki ilişkisel bağda, hastanın kendilik duyumunu olumsuz olarak etkileyen kırılmalardır. Optimal diye adlandırılan kırılmalar sırasında, hasta “esneyerek” gereken kendilik-düzenleme işlevini (self-regulatory function) analist olmadan veya analiste rağmen sağlayabilir. Optimal olsun ya da olmasın, kırılmaların (hastanın deneyimini anlamakla) onarımını takiben, hasta adım adım kırılmalarla baş edilebileceğini öğrenir ve böylece genel kendilik düzenleme yetisini arttırır.
Kendilik-kendiliknesnesi kırılmaları kaçınılmazdır, çünkü hiçbir analist ne her şeyi mükemmel anlayabilir ne de gereken kendiliknesnesi işlevleri için her zaman hazır bulunabilir. Üstelik analizan, analitik deneyimi algılamada, düzenlemede ve yapılandırmada, kendiliknesnesi hatalarına dayanan problemli şemalar kullanma eğilimindedir. Yine de analistler kırılmalara az çok katkıda bulunurlar (iki-kişilik bir alan modeli). Belirli kırılmaların (içeriğe bağlı olarak) olup olmaması, kısmen analistin katkısına bağlıdır.

Analistlerin kendilik-kendiliknesnesi kırılmalarına az çok katkıda bulunduklarını görmek çok zor bir soruyu beraberinde getiriyor: Analistler kendiliknesnesi kırılmalarını önlemeye çalışırlar mı veya çalışmalı mıdırlar? “Standart” analitik tutumdan sapma tipik olarak geçici olarak gerekli bir parametre veya çok kere karşıaktarımın seans içinde eyleme konması (countertransferentially acting in) olarak görülür (bunun bir örneği, bazı tartışmacıların, bir analizanın sorusuna cevap vermemi nasıl gördükleridir [Fosshage, 1990b]). Analitik tutumu durağan olarak görmek, bir-kişi psikolojisinin ve pozitivist bilimin bir artığıdır. Ornstein'in (1990) yakın zamanda işaret ettiği gibi:

Psikanalize her giriş (ve psikanalizden geçen tüm yolculuk) her zaman, bunları ne kadar genellersek genelleyelim, her iki katılımcı için de için son derece kişiye özeldirler. Bu mikroskobik düzeyde analizin tam olarak nasıl yürütüleceğine dair hiçbir şey “standart” ya da “iyice tanımlanmış” değildir, çünkü gelişigüzel olmasalar ve kendi açık, iyi ifade edilmiş “kuralları” olsa da, hiçbir zaman iki analiz birbirine benzemez [p.478].

Kırılmalar kaçınılmazdır ve gerçekten de, onarılmaları yoluyla, yapı oluşumunu ve yapı değişimini (yeniden düzenlenmesini) sağlarlar. Ancak analistin kırılmaya katkısı “çok fazla” olursa, veya hasta özellikle kırılgan hissediyorsa, ya da tedavinin başlangıç döneminde analitik bağlantı henüz güvenilir değilse, kırılma yeni travmaya yol açabilir ve analiz edilemeyebilir. Eğer biz (örneğin analizan için özellikle travmatik olan bazı davranışlardan, bir süreliğine de olsa kaçınmak için) yeterli derecede “esnek” olmazsak (Balint, 1968), analizan en azından anlaşılmadığını ve en kötüsü analistin onu anlamaya aldırmadığını deneyimleyebilir. Bir alan modeli, analitik ilişkide analistin tam bir katılımcı olduğunun görülmesine olanak sağlar. Yeni sürgünler vermeye hala devam eden bu farkındalık, kendilik psikolojisinin, hatta aslında bütün ilişkisel bakış açılarının merkezindedir.

O Andaki Bağlamda, Önde Gelen Problemli Şemaların ve Ortaya Çıkışlarının Aydınlatılması (Aktarımın Analizi)

Şemaların veya aktarımın analizi, psikolojik yeniden düzenlemeyi kolaylaştırmada hayati önem taşır. Önde gelen problemli şemalar analitik ve analiz dışı ilişkilerde aydınlatılıp ortaya çıkışları anlaşıldıkça, analizan yavaş yavaş bu şemaları askıya alabilmeye ve hatta onları başka şekillere dönüştürebilmeye başlar ve kendilik duyumunu, ötekileri ve dünyayı deneyimlemenin ve düzenlemenin yeni yollarını geliştirir.

Analizanın belirli şemaları kullanması belirli işaret ve tepkilere yönelik seçici dikkate, bazen de bunları ortaya çıkartacak davranışlara sebep olur. Her iki katılımcı da analizanın deneyimine katkıda bulunduğu için, şemanın aydınlatılıp aydınlatılmayacağını, ya da şemanın dayandığı deneyim örüntüsünün tekrarlanıp şemanın pekiştirilip pekiştirilmeyeceğini belirleyecek olan, büyük ölçüde analistin katkısının derecesidir. Analistin katkısı genellikle kaçınılmaz olsa da (çünkü analistin yaptığı bir şey genellikle hastanın önde gelen şemasını harekete geçirecektir), bu katkı geniş bir yelpazede değişkenlik gösterir. Şemanın analiz edilebilir olup olmadığını veya pekiştirilip pekiştirilmediğini etkileyen diğer etkenler, söz konusu şemanın daha önce aydınlatılmış olup olmadığı da dahil olmak üzere analitik ilişkinin tarihçesi, şemanın katılığı ve kullanılış sıklığıdır.

Büyük Ölçüde Analitik Sürecin Bileşenleri Tarafından Yaratılan, Temelde Yeni İlişkisel Deneyim (Yani, Öteki ile Kendilik)

Kendilik psikolojisi alan modelinde, kendiliknesnesi gereksinimlerinin, kırılmaların ve şemaların anlaşılma ve açıklanma süreci, önemli ölçüde yeni bir ilişkisel deneyim sağlar. Bu yeni ilişkisel deneyimi en önemli değişme etkeni olarak düşünmek (ilişkisel deneyimin çok önemli de olsa sadece bir yönü olan içgörünün aksine) analitik durum içinde süregiden birçok karmaşık ve incelikli, sözel ve sözsüz iletişimlerin ve deneyimlerin de hesaba katılmasını kolaylaştırır. Bu sürecin deneyimlenmesi, üzerinde konuşulsa da konuşulmasa da, eninde sonunda kendilik, öteki, ve öteki ile kendiliğe dair yeni şemalara temel oluşturan yeni etkileşim örüntüleri sağlar. Bir alan modelinde, içerisinde yorumun (yani anlamanın ve açıklamanın) ve içgörünün genellikle ana bileşenler olduğu yeni ilişkisel deneyimler, psikolojik düzenleme ve yeniden düzenlemenin temelini oluştururlar.


Sonuç

Çekirdek kendiliğin kişiye özel “eylem programını” vurgulamasıyla bir-kişi psikolojisi, ve kendilik-kendiliknesnesi matrisini vurgulamasıyla iki-kişi psikolojisi olan kendilik psikolojisi, gelişimin, hastalığın ortaya çıkışının, aktarımın ve terapötik eylemin anlaşılmasında tekli ve ikili unsurların oluşum halindeki bir sentezini sunmaktadır.

KAYNAKÇA


Alexander, F.(1956), Psychoanalysis and Psychotherapy . New York: Norton.


Atwood, G. & Stolorow, R. (1984), Structures of Subjectivity . Hillside, NJ: The Analytic
Press.


Bacal, H. (1985), Optimal responsiveness and the therapeutic process. In: Progress in Self

Psychology, Vol. 1 , ed. A. Goldberg. New York: Guilford Press, pp. 202-227.

_______(1990), Does an object relations theory exist in self psychology? Psychoanal. Inq. , 2: 197-220

_______& Newman, K. (1990), Theories of Object Relations . New York: Columbia University Press.

Balint, M. (1968), The Basic Fault. London: Tavistock.

Beebe, B. & Lachman, F. (1988), Mother-infant mutual influence and precursors of psychic structure. In: Frontiers of Self Psychology: Progress in Self Psychology, Vol. 3 , ed. A. Goldberg. Hillside, NJ: The Analytic Press, pp. 3-26.

Bromberg, P. (1989), Interpersonal psychoanalysis and self psychology: A clinical comparison. In: Self Psychology , ed. D. Detrick & S. Detrick. Hillside, NJ: The Analytic Press, pp. 275-292.

Eagle, M. (1984), Recent Developments in Psychoanalysis . New York: McGraw-Hill.

Fiss, H. (1986), An empirical foundation for a self psychology of dreaming. J. Mind & Beh. , 7: 161-191.

Fosshage, J. (1983), The psychological function of dreams: A revised psychoanalytic perspective. Psychoanal. Contemp. Thought. , 6: 4: 641-669.

_________(1990a), Toward reconceptualizing transference: Theoretical and clinical considerations. Presented at American Psychological Association Division 39 meeting, April 5, New York City.

________(1990 b), Clinical protocol and the analyst's reply. Psychoanal. Inq. , 4: 461-477, 601-622.

________(1990c), The latest word: A discussion with the authors of three major contributions to self psychology. Presented at the 13 th Annual Conference on the Psychology of the Self, Oct. 21, New York City.

_______(1987), A revised psychoanalytic approach. In: Dream Interpretation (rev. ed.), ed. J. Fosshage & C. Leow. Costa Mesa, CA: PMA.

Freud, S. (1896), The aetiology of hysteria. Standard Edition , 3: 187-221. London: Hogarth Press, 1955.

_______(1921) Group psychology and the analysis of the ego. Standard Edition , 18: 69-143. London: Hogarth Press, 1955.

Ghent, E. (1989), Credo: The dialectics of one-person and two-person psychologies. Contemp. Psychoanal. , 2: 169-211.

Goldberg, A. (1986), Reply to Philip M. Bromberg's discussion of “The Wishy-Washy Personality” by Arnold Goldberg. Contemp. Psychoanal. , 22: 387-388.

Greenberg, J. & Mitchell, S. (1983), Object Relations in Psychanalytic Theory . Cambridge, MA: Harvard University Press.

Greenson, R. (1960), Empathy and its vicissitudes. Internat. J. Psycho- Anal. , 41: 418-424.

Guntrip, H. (1971), Psychoanalytic Theory, Therapy, and the Self . New York: Basic Books.

Hoffman I. Z. (1983), The patient as interpreter of the analyst's experience. Contemp. Psychoanal. , 3: 389-422.

Jung, C. (1953), Two Essays on Analytical Psychology: The Collected Works of C. G. Jung, vol.7 , New York: Pantheon.

Kohut, H. (1959), Introspection, empathy and psychoanalysis. J. Amer. Psychoanal. Assn. , 7: 459-483.

________(1971), The Analysis of the Self. New York: International Universities Press.

________(1977), The Restoration of the Self. New York: International Universities Press.

________(1982), Introspection, empathy, and the semicircle of mental health. Internat. J. Psycho-Anal. , 63: 395-408.

________(1984), How Does Analysis Cure? Ed. A. Goldberg & P. Stepansky. Chicago: University of Chicago Press.

Lichtenberg, J. (1981), The empathic mode of perception and alternative vantage points for psychoanalytic work. Psychoanal. Inq. , 3: 329-356.

________(1983), Psychoanalysis and Infant Research. Hillsdale, NJ: The Analytic Press.

________(1989), Psychoanalysis and Motivation. Hillsdale, NJ: The Analytic Press.

________(1991), What is a selfobject? Psychoanal. Dial. , 1: 455-479.

Leowald, H. (1960), On the therapeutic action of psychoanalysis. Internat. J. Psycho-Anal. , 58: 463-472.

Miller, J. (1985), How Kohut actually worked. In Progress in Self Psychology, Vol. 1 . ed. A. Goldberg. New York: Guilford Press, pp. 13-30.

Mitchell, S. (1988), Relational Concepts in Psychoanalysis. Cambridge, MA: Harvard University Press.

________(1990), A relational view. Psychoanal. Inq. , 10: 523-540

Modell, A. (1984), Psychoanalysis in a New Context. New York: International Universities Press.

Ornstein, A. (1974), The dread to repeat and the new beginning. The Annual of Psychoanalysis , 2: 231-248, New York: International Universities Press.

Ornstein, P. (1990), How to “enter” a psychoanalytic process conducted by another analyst: A self psychology view. Psychoanal. Inq. , 10: 478-497.

Rickman, J. (1951), Number and the human sciences. In: Psychoanalysis and Culture . New York: International Universities Press. (Reprinted in Selected Contributions on Psychoanalysis . London: Hogarth Press, 1957).

Schwaber, E. (1984), Empathy, a mode of analytic listening. In: Empathy II , ed. J. Lichtenberg, M. Bornstein & D. Silver. Hillsdale, NJ: The Analytic Press, pp.143- 172.

Stern, D. (1985), The Interpersonal World of the Infant . New York: Basic Books.

Stolorow, R. (1985), Toward a pure psychology of inner conflict. In: Progress in Self Psychology, Vol. 1 , ed. A. Goldberg. New York: Guilford Press, pp. 193-201.

_________(1986), On experiencing an object: A multidimensional perspective. In: Progress in Self Psychology, Vol. 2 , ed. A. Goldberg. New York: Guilford Press, pp. 273-279.

________& Lachmann, F. (1980), Psychoanalysis of Developmental Arrests . New York: International Universities Press.

________Brandchaft, B. & Atwood, G.(1987), Psychoanalytic Treatmant . Hillsdale, NJ: The Analytic Press.

Thomas, A. & Chess, S. (1977), Temparament and Development . New York: Brunner/Mazel.

Tolpin, M. (1986), The self and its selfobjects: A different baby. In: Progress in Self Psychology, Vol. 2 , ed. A. Goldberg. New York: Guilford Press, pp. 115-128.

Waddington, C. (1947), Organizers and Genes . Cambridge, UK: The University Press.

Wallerstein, R. (1985), How does self psychology differ in practice? Internat. J. Psycho- Anal. , 66: 391-404.

Whitmont, E. (1987), Jungian approach. In Dream Interpretation (rev. ed. ), ed. J. Fosshage & C. Leow. Costa Mesa, CA: PMA, pp. 53-78.

Winnicott, D. W. (1960), Ego distortion in terms of true and false self. In: The Maturational Processes and the Facilitating Environment. London: Hogarth Press, 1965, pp. 56-63.

Wolf, E. (1988), Treating the Self . New York: Guilford Press.

*Yazar:James L. FOSSHAGE Fosshage, J. L. (1992). Self Psychology: The Self and Its Vicissitudes within a Relational Matrix. In N.Skolnick & S. Warshaw (Eds.), Relational Perspectives in Psychoanalysis (pp. 21-42) . Hillsdale , NJ : The Analytic Press.