Aile ve Aile Yapıları
A) Ailenin tanımı evrimi ve işlevleri :Ailenin bütün insan toplulukları için geçerli bir tanın ortaya koymak oldukça güçtür. Toplumlar kendi yapılarına bağlı olarak “Aile” kavramına farklı anlamlar yüklemektedir. Ailenin sosyal örgütlenmenin temel birimlerinden biri hatta “toplumun temel yapısı olduğu gerçektir. Aile anne, baba ve bağımlı çocuklardan oluşan bir kurumdur. Toplumsal bir kurum olan Ailenin yüzyıllar süren evrimi boyunca bir çok değişim geçirdiğini aile yapısıyla birlikte akraba ilişkilerinin, evlilik anlayışını ve genel olarak davranış kalıplarının da değiştiği görülmektedir. İlkel toplumlardan günümüze kadar olan evriminde “kabile, sop yada klan gibi iç içe girmiş ‘büyük aile’ den, büyükanne, büyükbaba, teyze, amca, hala gibi akrabaları içine alan “geniş aile” ye ve geniş aileden de sadece anne baba ve çocuklardan oluşan günümüzün “çekirdek ailesi” ne giden bir çizgi izlemektedir.
Toplumsal değişme sonucu kölelik ve feodallik ortadan kalkarken ailenin birimi de değişmiştir. Özgürlük ve demokrasi bilincinin gelişip yaygınlaşması ve kadınların ekonomik açıdan gittikçe etkin rol oynamaya başlamaları aile ilişkilerinin değişmesinde etkili olmuştur. 20.yy.ın ilk yarısından itibaren kadın-erkek eşitliliğinin dengeli hale gelmesiyle günümüz modern aile biçimi ortaya çıkmıştır.
Ailenin tanımı ve işlevi ile ilgili araştırmalara bakılırsa :
1940 lı yıllarda Amerikalı sosyolog “Kingsley Davis” aileyi aralarında kan bağı sebebiyle birbirine akraba olan bir grup insan olarak tanımlar. Diğer bir sosyolog “Molinowski” aileyi ;evlilik, kan bağı ve evlat edinme yoluyla birbirine bağlanmış ve birbirileriyle ailevi rollerine göre ilişki kurmuş olan grup olarak tanımlar. Birde ailenin özüne ilişkin çalışmalarında “Fitzpartrick ve Badzinski” (1985) evrensel aile tipini; kanbağı ile yapılanmış ve temel işlevi yeni doğan çocuklarını beslemek ve toplumsallaştırmak olan sosyal grup olarak tanımlamaktadır.
Ailenin anlamı ve işlevi ile ilgili ülkemizde yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen bulgular şunlardır:
Tezcan (1990) yaptığı araştırmada ailenin işlevlerini şöyle sıralamıştır.
a) Biyolojik: Sosyal ve yasalara uygun olarak uygun yolarla cinsel gereksinimleri karşılama ve üreme.
b) Ekonomik: Üyelerin gereksinimini giderebilecek kadar üretme.
c) Duygusal: Özellikle küçük çocuklara bakım ve sevgi
d) Koruma : Güvenlik, sağlık
e) Toplumsallaşma: Kültürel değerleri ve sosyal kodları çocuklara aktarma
f) Eğitim : Yeni kuşakları eğitme işlevleri.
Tokaç (1994) yaptığı araştırmada ailenin anlamını şöyle sıralar:
a) Neslin devamını sağlamak
b) Bireylerin sevgi ve şefkat gereksinimlerini giderebilecekleri bir ortam sağlamak.
c) Bireylere düzenli bir yaşam sağlamak
d) Bireylerin toplumla sağlıklı ilişkiler kurmasında köprü olmak. gibi sonuçlar çıkarılmıştır.
B) Ailenin Sınıflama Ölçütleri: Etnografı ve etnolojinin getirdiği sayısız ve çeşitli örnekler tek bir aile tipolojisi kurulmasına olanak vermemekte, ayrıca çeşitli ölçütlerin kullanılmasını gerektirmektedir.
Şimdi bu ölçüleri inceleyelim:
1) Aile içi egemenliğin anan yada baba da olma ölçütü : bu sınıflama ölçütünde toplumun yapısına bağlı olarak ortaya çıkan anne yada babanın veya her ikisinin de egemenliğine bağlı olan aile tipleri vardır.
a) Babaerkil Aile (Patriyarkol) : Babanın egemenliğine dayanan aile tipidir.
b) Anaerkil Aile (Matriyalkol) : Annenin egemenliğine dayanan aile tipidir.
c) Eşitlikçi Aile (Egaliter) :Hem annenin hem de banın eşit egemenliğine dayalı aile tipidir.
2) Evlenme biçimlerine bağlı sınıflama ölçütü: Bu ölçüt iki cins arasında oluşan evliliğe bağlı olarak ortaya çılan bir ölçüttür. Kendi içinde farklılaşmaktadır.
a) Evlenecek kişilerin sayısına bağlı olan sınıflama:
*Monogami aile: Bir erkek ve bir kadının evliliği yada tek eşlilik olarak ifade edilen aile çeşidine denilir.
*Poligami Aile (Polygamous Family): çok eşlilik anlamına gelen aile tipidir. Kendi içinde ikiye ayrılır. (Bu aile tipini ailenin bileşik tipleri bölümünde geniş bir şekilde değinilecektir.)
-Polijini Ailesi (Polygynaus Family): bir erkeğin birden çok kadınla evliliği, çok karılık
-Poliandri Aile (Polyandrous Family): Bir kadının birden çok erkekle evliliği çok kocalılık.
b) Akrabalık ilişkisine bağlı sınıflama: Bu sınıflamada akrabalık ilişkisine ve soyun izlenmesine bağlı aile sınıflamasıdır.Bu sınıflama üç kategoriye ayrılır.
*Babasoylu aile (Patrilineor Descent):Burada yeni doğan bireyin sadece baba tarafından akrabalarıyla ilişkide bulunması ve baba soyunu izlemesi sonucu ortaya çıkan ailedir.
*Ana soylu aile (Matriliear Descent): Burada yeni doğan bireyin sadece anne tarafından akrabalarıyla ilişkide bulunması ve anne soyunu izlemesi ile ortaya çıkan ailedir.
*Hem anne hamda baba soylulu (Bilineler, Duble Descent): Yeni doğan bireyin hem anne hem de baba soyunu birlikte izlediği ve her iki taraf akrabalarıyla ilişkide bulunduğu ailedir.
c) Evli çiftin ikamet biçimine bağlı sınıflama: Bu sınıflamada yeni evli çiftlerin evlilik sonrası kadının ve erkeğin ailesine yakın veya birlikte olmasına dayalı ailedir. Bu durumda ikamet yeri olarak iki şekilde incelemek mümkündür.
*Patrilokal Aile: Evlilik sonrası kadının baba evini bırakıp eşinin yani erkeğin anne-babası’nın evinde onlarla birlikte oturduğu aile tipidir.
*Matrilokal aile: Patrilokal’in tam tersine erkeğin eşinin ailesinin evinde onlarla birlikte oturması sonucu ortaya çıkan ailedir. Ülkemizde “iç güvey” olarak adlandırılır.
Buraya kadar ki bölümde toplumların yapısına bağlı olarak ortaya çıkan aile çeşitlerini gördük. Bu tip aileler her toplumda görülmemektedir. Toplumdan topluma göre değişmektedir. Şimdi genel olarak çoğu toplumda bulunan “aile yapılarını” inceleyelim.
C) Aile Yapıları: sosyologların ve araştırmacıların yapmış olduğu araştırmalar sonucunda çoğu toplumda var olan önceki bölümde yer alan aile yapılarına nazaran daha evrensel olan aile yapıları vardır. Bunlar:
1) Çekirdek Aile: Biri anne-baba diğeri de çocuklar olmak üzere iki kuşağın içine alan en küçük aile birimidir. Geniş ailenin temelini oluşturduğu için çekirdek aile adı verilir. G.P.Murdack 250 toplum üzerinde yaptığı araştırmalar sonucu, çekirdek ailenin ya tek başına, yada ailenin bileşik tiplerinden birini oluşturan temel birim olarak bütün toplumlarda görüldüğünü ortaya koymuştur.Murdack çekirdek ailenin her zaman ve her yerde,her hangi bir insan topluluğunun varlığını sürdürebilmesini sağlayan dört temel görevi olduğunu belirtmiştir.
- Cinsel ihtiyaçlarının karşılanması
- Ekonomik işbirliği
- Üreme ve çoğalma ortamının sağlanması
- Çocuk bakımı-eğitimi (sosyalleşme)
2) Ailenin Bileşik Tipleri (Compusite Types Of The Family) : Çekirdek aile birimleri, insan topluluklarının büyük çoğunluğunda, kendi başlarına da bağımsız ve soyutlanmış bir halde bulunmazlar. Bunlar çoğu zaman daha geniş aile örgütlenmelerinin alt birimlerini oluştururlar. Bu bileşik tipler “evlilik bağına” yada “kan bağına” bağlı olarak “poligam aile” ve “geniş aile” olarak ikiye ayrılır. Ailenin bileşik tipleri çoğunlukla büyük bir hane oluştururlar.
a ) Poligam Aile: Bu tip aile sadece “poligami” ye (çok eşlilik) izin veren toplumlarda görülen bir aile tipidir. Birden çok eşin bulunduğu bu ailede “eş”in cinsiyetine bağlı olarak iki şekilde ortaya çıkmaktadır.poligami cinsler arası doğal bir dengenin bulunduğu toplumlarda görülmemesi düşüncesi vardır. Şöyle ki cinslerine sayıca eşit olduğu toplumlarda teke tek evlilik yani monogami yapılma şansı vardır. Eğer dengeli bir toplumda cinsler karşı cinsten birden fazla kişiyle evlenirse cinslerden birinde evlenemeyenler olabilir. Poligaminin ortaya çıkış nedenlerine değinelim.
- Toplumun geleneklerine bağlı olarak cinslerden birinin değer değmez yada kısa bir süre sonra öldürülmesi halinde,
- Topluma özgü özel şartların etkisiyle cinslerden birinin yaşama süresinin kısa olması halinde,
- Toplumun tabakalaşma sistemine bağlı olarak belirli bir zümreye mensup erkeklere ayrıcalık tanınması halinde,
Yukarıdaki bu maddeler toplumun dengesini bozacağından poligami ortaya çıkabilir. Poligami ikiye ayrılır;
*Polijini ailesi: Erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi sonucunda ortaya çıkan bu ailede erkek, evli olduğu her kadın ve ondan olan çocuklarıyla ayrı birer çekirdek aile sayılabilir. Erkek hem koca hem de baba rollerini üstlenmektedir. Erkek ayrı kadınların ortak kocası ve çocukların ortak babası olması sebebiyle üyesi olduğu çekirdek aileleri birleştirerek polijini aileyi oluşturan ana unsur olmaktadır.
*Poliandri Ailesi: kadının birden fazla erkekle evlenmesi sonucunda ortaya çıkan ailedir. Bu aile tipi belli toplumlarda ortaya çıkmıştır. (Markiz Adaları Yerlileri, Tibetliler, Kandyon Sinhalliler, Hindistan’daki Noyalar, Tiyyarlılar, Konmolonlar ve Todalar vs.) bu nedenle evrensel olduğu söylenemez.
Her iki tip ailenin ortaya çıktığı toplumların ortaya koyduğu kurallara bağlı olarak yapılanmaktadır.
b) Geniş Aile (Extended Family): Anne-baba-çocuk ilişkisinin çeşitli görüşleri şeklinde ortaya çıkan “kan bağına” bağlı aile tipine denir. Geniş ailede “anne- baba” ailesiyle “evlilikte kurulan” aileler birleştirilerek bu çekirdek ailelerin kaynaştırılması sonucunda geniş aile ortaya çıkmıştır. Büyük aile de denilen bu ailede evlenen çocuklar anne babasından ayrı bir ev kurar, ama aile ile bağlar korunur. Akrabalık şebekesi içerisinde karşılıklı yardımlaşma ve ilişki sürdürülür. Anne ve baba yeni evli çiftlere yardım eder, daha sonra yeni çiftler de emeklilik ve hastalıkta anne ve babaya yardım ederler. Üç kuşak üzerinde yapılan araştırmada en genç kuşağın ana babalarla, çocukları kendi yollarına gitmeleri gerektiğini “en az” söylenen ve ana babalarla ilişki kurma sorumluluğu “en fazla” ihtiyaç duyan kuşak olduğu ortaya çıkmıştır.
D) Günümüzde Aile Yapısı: Günümüzde en yaygın aile biçimi bağımsız çekirdek aile ve genişlemiş çekirdek ailedir. Sanayileşme, kentleşme ve modernleşme aile içi ilişkileri etkilediği kadar aile biçiminin de değişmesi,ne yo açmıştır. Aile içi ilişkiler değişirken bir hane içinde yaşayan ailelerinde tanımı değişmiştir. Postmodern anlayışa göre aile ortak bir geşmişi, şimdiki zamanı ve gelecekten beklentileri paylaşan bir grup insanın karşılıklı ilişkilerinin oluşturduğu bir sistemdir. Yani postmodern anlayışa göre aile kan bağı, hane paylaşımı yada yasal sözleşmeler yerine aileyi oluşturan bireyler arasındaki kişisel ve psikolojik bağları vurgular. Bağımsız çekirdek aile yeni bir kurumdur. Modern sanayi toplumlarının ortaya çıkardığı bir özelliktir. Genişlemiş çekirdek aile ise çeşitli seçeneklere olanak verdiği, değer ve tutumları gelecek kuşaklara aktarmada aracı olduğu, hızlı toplumsal değişimlerin yol açtığı gerilimlere karşı bireylere duygusal destek sağladığı için yaygın bir aile yapısıdır.
Aile Döngüsü ve Evreleri
Genç yetişkinlikte bütün toplumsal çevreler içinde yine aile çevresi ağırlığını korur. Gelişimsel açıdan bakılacak olursa, ergenlikten yetişkinliğe geçişte önemli dönüm noktaları aile ile ilgilidir.Aile yaşam döngüsü yetişkin rollerinde bir takım geçişler ve evrelerle belirlenir. Aile döngüsü içinde en önemli dönüm noktaları; evlenme, ilk çocuğun doğumu, son çocuğun doğumu, son çocuğun evden ayrılması ve dulluktur. Sosyolog Reuben Hill dokuz dönüm noktası saptamıştır.
- Kuruluş = yeni evlenmiş, çocuksuz
- Yeni anne babalar = ilk çocuk 3 yaşına gelinceye
- Okul öncesi = ilk çocuk 3-6 yaşlarında
- Okul çağı ailesi =İlk çocuk 6- 12 yaşlarında
- Ergen çocuklu aile = İlk çocuk 13- 19 yaşlarında
- Genç yetişkinli aile = İlk çocuk 22 yaşında yada daha büyüktür.
- Yerleştirme yeri olarak aile = İlk çocuğun ayrılmasından son çocuğun ayrılmasına kadar
- Ana-babalık sonrası aile = Çocuklar evden ayrıldıktan sonra, baba emekliye ayrılıncaya kadar
- Yaşlılık ailesi = Babanın emekliye ayrılmasından sonrası
Hill’in bu evre görüşü sınırlıdır; çünkü evlenmeden birlikte yaşayan yada boşanmış, yeniden evlenmiş çiftlere uygulanamaz. Çalışan kadını dikkate almayışı açısından eksiktir.Aile döngüsü oluşturan olaylar toplumsal ve kültürel değişimlerin etkisi altındadır. Örneğin, evlilikten son çocuğun yetiştirilmesine kadar geçen süre son yüzyıl içerisinde gitgide kısalmıştır. Aile döngüsündeki bu tarihsel değişimler aile döngüsünün de değişmesine neden olmuştur.;orta yaşlı büyük ana babalar, dört kuşaklı ailelerin ortaya çıkmış çiftlerin ana babalık sonrası dönemi uzamıştır. Aile döngüsündeki bu tür olaylar, buların birey üzerindeki toplumsal ve psikolojik etkilerine de dikkati çekmiştir. Örneğin ilk çocuğun doğuşu yalnızca ‘eş oluşturan ana baba’ oluşa doğru bir rol değişikliği getirmez, aynı zamanda benlik kavramı ve güdülenmeyle ana babalarda çözülmemiş çocukluk çatışmalarını da uyandırır.
E.G Duvall, ailede yaşam döngüsünü 8 evrede ele almıştır:
- Evli çift (çocuksuz)
- Çocuklu aile – ilk çocuk, doğum 30 ay
- Okul çağı öncesi aile – ilk çocuk 30 ay – 6 yaş
- Okul çağı ailesi (ilk çocuk – 6 – 13 yaş)
- Ergen çocuklu aile (ilk çocuk – 13 – 20 yaş)
- Yerleştirme yeri olarak aile (çocuğun ayrılmasına kadar )
- Orta yaşta anababalar (boş yuvadan emekliliğe kadar)
- Aile üyelerinin yaşlanması (emeklilikten eşlerin ölümüne kadar)
Kimmill, Hill ve Duvall’ a göre dayanarak geliştirdiği şema izlenecektir:
Eş seçiminde iki tane ilke vardir:
- Benzerlik ilkesi: Sınırlı bir bireyler gurubu içinde, yaş, ırk, din, etnik köken, sınıf, eğitim ve kişilik benzerliğine dayanılarak seçim yapılır. Bu ilke benzerlerin birbirini çektiği gerçeği üzerine kuruludur.
- Bütünlük ilkesi: Eşlerin özellikle kişilik açısından farklı ve tamamlayıcı özellikleri nedeniyle seçildiğini savunur. Bu ilke karşıtların birbirini çektiği gerçeğine dayanır.
Araştırmalar hangi ilkenin daha çok uygulandığını ortaya koyamamıştır. Fakat, toplumsallaşma sürecindeki daha az çatışmanın yaşanması ve anne – baba isteği gibi nedenlerden dolayı benzerlik ilkesi daha çok uygulanabilir niteliğindedir.Eş seçimi konusunda başka bir sorunda neden evlendiği sorunudur. Bireyin ne zaman evlendiği doğrultusunda toplumun belirlediği bir zaman bile vardır. Psikolojik gelişim, cinsel çekim ve aşk gibi etkenler evliliği çağrıştırır.Sevgi, psikologların sistematik araştırmaları yeni giriştikleri bir konudur. Zimborday’ a göre bunun nedeni konunun tartışılamayacağına ilişkin tabular ve sevginin akılcı açıklamalara konu almayacağıdır.Adler sevginin dostça işbirliği olduğunu söyler. Adler karşılaşılan sorunlarla başa çıkmak, her iki tarafında birbirlerinin çıkarlarını düşünmek ve toplumla birlikte uyum içerisinde hareket etmenin gerekliliğini belirtir.
1-) Kuruluş: Bu dönem evlilikle başlar ve ilk çocuğun doğumuna kadar devam eder. Evlilikle beraber bekarlık rollerinden evli çift rolüne geçilir. Bu yeni rolde, çiftin birbirleriyle, anababalarıyla ve bir bütün olarak toplumla olan ilişkileri görülür.Bu dönemde eşlerin birbirini mutlu edecek yaşam biçimini bulmaları cinsel etkileşim örüntülerini keşfetmeleri en önemli görevleri arasındadır. Ayrıca eşlerin ortak kararlar almaları, ailedeki sorumlulukları paylaşmaları ve problemleri çözme yolları da oldukça önemlidir.Evliliğin ilk yılları oldukça zorlu yıllardır ve bu konularda başarısızlıklar olduğu takdirde boşanmalar olmaya başlar. Özellikle boşanmalar evliliğin ikinci ve dördüncü yılları dolaylarında fazladır. Yaşam koşulları, maddi durumlar, genel uyumsuzluk anne ve babanın müdahalesi gibi durumlar evliliğin yine ilk yılların da karşılaşılan sorunlardır.
Koller ilk yıllarındaki boşanmanın büyük ölçüde, eşlerin evlilikten gerçek olmayan beklentileri sonucu ortaya çıktığını belirtir. Birdwilsell ise sorunun, çiftlerden cok toplumdan kaynaklandığını söyler.Ayrıca ilk yıllarda cinsel ilişki sıklığı yüksektir. Kinsey verilerine göre cinsel ilişki sıklığının yaşla beraber düştüğünü gösterir. Yaşa bağlı bu düşüş daha çok erkek örüntüsünü yansıtır. Kadınlarda ise yaşla beraber olan bu düşüş oldukça azdır. Kadınlarda 31-35, erkeklerde ise 21-30 yaşlarında cinsel ilişkinin en sık olduğu zamanlardır.
2-) Yeni anababalar: Bu dönem gebelik ve ilk çocuğun doğumuyla başlar ve eşlerin anne ve babalığa doğru rol geçişi söz konusudur. Buraya kadar eşler ilişkilerini oluşturmuştur. Fakat aileye üçüncü bir kişi olan bebeğin katılması eski dengeyi bozabilir. Buda kızgınlık ve kıskançlığa neden olabilir. Le Mosters evliliğin bu dönemini incelemiş ailenin %83 ünde ilk çocuğun doğumu ile beraber bunalım yaşadıklarını belirtmiştir. Fakat bunun nedenini kişilik uyumsuzluğu, kötü evlilik gibi nedenler değil de henüz anne-baba olma yolunda eşlerin yeterli bir hazırlığa sahip olmamalarıdır.Anne- baba bu uyumsuzlukların nedenleri Knox ‘ a göre; gebeliğe karşı olumsuz tutumları, rol değişimlerini kabul edilmemek, anne- babalığa ilişkin yetersiz duygular ve bebek ile ilgili deneyim eksikliğidir.
3-) Okul öncesi aile: ailedeki çocuk 3 ila 6 yaşları arasındadır. Anne-baba birbiriyle olan ilişkileri sürdürürken, aile için bir yer bulmak, maddi olanak sağlamak ve çocuklarını yetiştirmek konusunda arayış içerisine girerler. Toplumsallaşma süreci içerisinde anne-babalar çocuklarına toplumun kurallarını ve değerlerini öğretirken aynı zamanda çocukları tarafından da toplumsallaştırılırlar. Çocukların yetişmesi konusunda anne-babalar çocukla etkileşim içerisinde büyürler.
4-) Okul çağı ailesi: Bu dönem, ailenin en büyük çocuğunun okula gitmesi ile başlar. Bu dönemde çalışan anne tekrar işe döner. Hofmann, annenin çalışmasını; anne-çocuk ilişkisinde ne gibi etkilerinin olacağını araştırmıştır. Çalışan işlerini seven anneler çocuklarına daha iyi davranmalarına karşın; işlerini sevmeyen anneler ise çocuklarıyla daha az ilgilenmektedirler. Böylece çocuklar annelerine karşı düşman olabilmektedirler. Bu çalışmadıkları için kendilerini iyi hissetmeyen anneler içinde geçerlidir.
5-) Ergen çocuklu aile: En büyük çocuğun ergenliğe ulaşmasıyla başlar. Ergen ve aile için oldukça zor bir dönemdir. Ergen ailelerin kurallarını sınamaya başlar. Aile ise ekonomik yönden kendini hazırlamıştır. Bu dönemdeki konular çocukla4r için okul, meslek seçimleri ve eş seçimleridir. Ayrıca çocuklardaki bağımsızlık artar; bununla beraber sigara, alkol ve uyuşturucu kullanmaları kaygısı ortaya çıkar. Bu sorunlar aile ve çocukta bunalımlara yol açabilir. Araştırmalar sonucu gençlerin kendi kuşaklarıyla ve ailesi ile dayanışma içerisinde olduğunu göstermiştir.
6-) Yerleştirme yeri olarak aile: Çocuklar bu dönemde evlenirler ve evden ayrı yaşamaya başlarlar. Eğer anne-babalar ilgilerini ailesi üzerisinde yoğunlaştırmışsa bu dönem onlar için zor ve sıkıntılı bir dönem olacaktır. Bu zaman annenin menopoz sıkıntılarına rastlar. Bu biyolojik değişim “ boş yuva “ olgusu ile de birleşince anneler için bunalım başlar. Ayrıca baba mesleğinin doruğuna çıkmak için çalışır ve eşinden uzaklaşır. Evliliğin ilk yılları gibi 40-45 yaşları arasıda boşanmaların en cok olduğu dönemdir.
7-) Ana-babalık sonrası aile: Son çocuğun aileden ayrılması ile ortaya çıkan dönemdir.Bu dönemde karşılaşılan sorunların başında çiftlerin yaşlanan anne ve babalarına bakmalarıdır. Anne babalarının ölümün beraberinde getirdiği duygularla başa çıkma sorunları gelir. Bir başka sorunda anne-babaların, büyükanne ve büyükbaba olmaları konusundaki rol değişimleridir.
Neugarten ve Weinstein beş tür anne-babalık biçimi saptamıştır. Bunlar;
- Keyif arama ilişkisi: Büyük ana, babalar torunlarıyla sadece sevmek için ilgilenirler; onların bakımıyla ilgilenmezler.
- Resmi ilişki: İlişki çok azdır, sadece belli günlerde buluşmayla sınırlı kalır.
- Vekil anababa ilişkisi: Ölüm, boşanma gibi nedenlerden torunlara bakmayı içerir.
- Ailenin sağduyusu olma ilişkisi: Büyükanne ve büyükbabanın deneyimlerinden yaralanmaktır.
- Uzak ilişkiler: Toplumsal yada coğrafi açıdan mesafeli olan ilişkilerdir.
8-) Yaşlılık ailesi: Bu son dönem eşlerin emekli olması ile başlar. Bununla birlikte ortaya çıkan boş zamanı değerlendirilmesi bu zamanlardaki sorunlardandır. Gelir düşüşü ile beraber yaşam standardında da düşüş görülür. Sağlık sorunları ortaya çıkar. Genç yetişkinler orta yaşlı olduklarında da yaşlı ana-babalarıyla ilişkileri sürer.
Aile Kuramları
Son yıllarda yapılan çalışmalarda üç aile kuramı, sosyal alış-veriş kuramı, Sembolik Etkileşim Kuramı ve Aile Sistemleri Kuramı öne çıkmıştır.
Sosyal Alışveriş Kuramı
İlişkilerle ilgili kuramsal modellerden birisi, Thibaut ve Kelley’in geliştirmiş olduğu etkileşimler sonuçları kuramıdır.Sosyal alış-veriş kuramı, ceza getiren davranış ve durumlardan kaçındığımız ve ödül getiren ilişkiler, etkileşimler,duygular ve statüler aradığımız genel kuralına dayanır. Herhangi bir şahıs, grup yada organizasyon, mevcut seçenekler içinden en büyük ödül, en düşük bedel potansiyeli içereni seçer. Seçim gerçek ödül ve ceza değil, ödül ve cezayı kişinin algılayışı temeline dayanır.İnsanlar müdahalede sosyal onay, ekonomik kazanç, güvenlik, otonomi, eşitlik ve belirsizliğin giderilmesi gibi faktörleri artırmaya; çelişkileri, belirsizliliği, anksiyeteyi ve stresi azaltmayı amaçlar.Sosyal alış-veriş kuramının merkezinde, mümkün olduğunca çok ödül, mümkün olduğunca az ceza vardır.
Sembolik Etkileşim Kuramı
Bu kuramda esas olan kişi yada kişilerin öznel dünyaları vurgulanır. Bizler hem fiziksel, hem de öznel bir çevrede yaşamaktayız. Bireyin etkileşimlerinde ve davranışlarında öznel çevre önemi bir role sahiptir. İnsanı anlamak için en iyi yol, kişilerin zihinlerinde olanların düşünsel anlamlarını ve değerlerini incelemektir. Kişilerin kendi durumları için yaptıkları tanımlamalar, insanı ve sosyal davranışlarını anlamak için, en yaralı değişkenlerdir. İnsanların nasıl davranacağına karar vermesi, durumu ve kendini nasıl gördüğüne bağlıdır.Öznel dünya benlik kavramı, roller, kategoriler, pozisyonlar ve durumların tanımları gibi sembollerle betimlenir.bütün bu sembollerin hem kendi anlamları vardır, hem de kişilerin davranma eğilimlerini gösteren işaretlerdir.roller ve kategoriler gibi semboller, bireye kendi davranışlarını organize etme imkanı verir.Sosyal yaşamın bir organizasyonu olarak toplum, üyelerinin birbirleriyle kurdukları karşılıklı etkileşim süreçleriyle varolabilmektedir. Bu süreçlerin işlerlik kazanması bireylerin toplumu yeniden organize etmeleri anlamına gelir.Blumer’e göre toplumsal organizasyon insan davranışlarını iki yolla etkiler. Birincisi insan davranışlarını biçimleyen kurumların kapsamına girerek yerleşmesi, ikincisi de bireylerin kendi statülerini algılamalarında kullandıkları sembollerin yerleşmesini sağlamakla olmaktadır.
Aile üyelerinin etkileşimleriyle vardır. Aileyi anlamak için, aile ile üyeleri ve aile ile toplum arasındaki etkileşimleri incelemek gerekir.aile göreceli olarak kapalı bir sosyal birlik olarak görülür. Aile kendisine ait bir kişilik geliştirir. Üyeleri aileyi belirli özelliklere, pozisyonlara ve rollere sahip olarak algılar. Bu algılama her aile üyesinin davranışlarını etkiler.Aile bireylerin her biri, aile içinde belirli sayıda rollerle belirlenmiş bir konumu işgal eder. Birey ailesel grubun üyelerinin rol bekleyişlerini ve normlarını algılar ve buna uygun tutumlar geliştirir.Sembolik etkileşimin temelinde kategoriler, pozisyonlar, rol, benlik, kimlik ve yüzleşme kavramları vardır. Kategorize etmek, benzer şekilde davrandığımız nesneleri gruplamaktır.Pozisyonlar anne, baba, çocuk, öğrenci olmak gibi toplumca tanınmış özel tip kategorilerdir.
Pozisyonu temelinde beklenen davranışlar, roller olarak adlandırılır. Roller, birbirleri olmadan var olmayacakları tamamlayıcı diğer rolleri de tanımlar. Rol alma, etkileşimde bulduğumuz kişilerin tepkilerini tahmin etmemizi sağlar.Benlik, kendimize uyguladığımız kimliklerin, pozisyonların ve rollerin bir bütünüdür.Mead’e göre toplumsal eylemin gerçekleştirilmesi sürecinde kişi, her an ve her durumda diğer insanların onu nasıl değerlendireceğini düşünmektedir.Toplum içinde bireyin girdiği her grup, benlik gelişiminde etkili olurken, bu yolla aynı zamanda eylemlerin gerektirdiği biçimde açığa vurulması,duyguların iletilmesi vb. koşullar hazırlanmış olmaktadır (Önür,1989).Bireylere ait fikirler, tavırlar, özellikler, istekler ve itilmeler bireyin içinde için de bulunduğu sosyal çevrenin etkisiyle tayin edilmektedir.
George Herbert Mead’e göre, bireylere benliğin bir kısmını veren her hangi bir toplumsal organizasyon ya da grup, genelleştirilmiş diğerleri olarak algılanmaktadır. Bu gerçekte bir bütün olarak topluluğun ya da grubun bireye yönelik tutumudur. Tam anlamıyla benlik gelişiminin tamamlanması için, sosyal süreçlerin bireyin deneyimlerine girmesinin yanı sıra, kişinin kendi kendine, bir diğerine, grubun tamamına doğru salt belirgin bir tutum alması yetmemektedir. Aynı zamanda söz konusu tutumları ile kendi kendine, bir diğerine ya da diğerlerine olan sosyal girişimleri, aktiviteleri yerine getirmesi gerekmektedir. Genelleştirilmiş diğerleri ile grubun kontrolü sağlanmış olmaktadır. Bu yolla topluluk ya da grubun sosyal süreçleri bir sebep sonuç faktörü olarak bireyin düşüncesine girmekte, onun davranışlarını etkilemektedir.Sembolik etkileşim kuramı hem bireyin, hem de toplumun yapısının davranışları etkilediği ifade eder. Birey kazanılmış inançlar,değerler ve kendini etkileşimde temsil eden semboller olarak görülür.
Sembolik Etkileşim Kuramı ve İletişim
Toplusal organizasyon içindeki ortak yaşam, toplumsal etkileşimlerin ayrılmaz parçası olan sembollerin kullanımını ve iletişim sistemlerinden bir ya da bir kaçının bir arada işlerliğinin sağlanması gerektirmektedir.Bireyin grup içindeki rollerin çoğunda, diğer bireyler onu bir takım kişilik özellikleriyle birlikte algılamakta, bir bütün olarak ona karşı belirli bri tutum edinebilmektedir.İletişim, bireylerin karşılıklı olarak çok sayıda sembolleri, anlamları aktardığı bir süreçtir. Bu süreç grubun değerlerinin, normlarının belirlediği davranış biçimlerinin, grubun tutumlarının bireye bağlandığı süreç olmaktadır. Böylece iletişim, insanlar arası etkileşiminin belirleyici bir öğe olmaktadır (Önür,1989).
Sembolik Etkileşim Kuramında Aile ve Etkileşim
Birey kendi gelişimini aile içindeki diğer üyelerle etkileşim içinde gerçekleştirir. Aile çocuğun temel sosyalizasyonunun ortaya çıktığı yerdir. Çocuk, yetişme süreci içinde, iletişim içinde olduğu ev halkı ve akrabaları ile doğrudan yada dolaylı olarak etkileşim içindedir. Bu etkileşim süreci onun düşünme, yorumlama, kendi kendinin bilincine varmasında etkili olmaktadır. İletişim alanı, bireyler arasında ortaya çıkan etkileşimler bireyin benlik gelişiminde etkili olurken, bireyin benliği, toplumun amaçları ve değerleri ile kimliklendirmekdedir.
Aile içi iletişim modelleri dört bölümde incelenebilir:
1) Eşitlikçi iletişim biçimi: Her birey iletişime eşit bir katılım göstermektedir. Böylece aile üyeleri birbirleriyle güvenli bir uyum sağlamaktadır. Aile üyeleri birbiriyle doğrudan iletişim içindedir. Bireyler arası uzaklık ortadan kalkmıştır. İletişim aile kimliğinin yerleşmesine yardımcı olmaktadır.
2) Dengeli dağılan iletişim biçimi: Belirli alanlarda uzman olan aile üyeleri, bu yöndeki rollerini daha iyi yerine getirirler. Bu iletişim şeklinin ortaya çıkmasındaki diğer koşul, kadının ve erkeğin uzmanlık alanlarının eşit dağılım içinde olmasıdır. Geleneksel çekirdek ailelerdeki rol dağılımı buna iyi bir örnek oluşturur
3) Dengesiz dağılan iletişim biçimi: Bireylerden biri, bu iletişim biçimi ile daha baskın hale gelmektedir.
4) Tekelci iletişim biçimi: İki yada üç kuşağın birlikte yaşadığı geleneksel aile tipinde, evin en yaşlı erkeği yada o toplumun kültürüne göre en etkili aile üyesi baskın bir karakter kazanmıştır.
Aile Sistemleri Kuramı
Bir sitemin objelerin, objeler arası ilişkiler ve onların nitelikleriyle birlikte oluşturduğu bir bütündür. Bir sistemin iki koşulu vardır. Parçalar, nedensellik ve etkileşim ilişkileri içerisindedir ve her parçanın bir diğeriyle, göreceli olarak durağan olan, etkileşim şekilleri vardır. Sosyal sistemler yalnızca kendi parçaları arasında değil, aynı zamanda dış çevreyle de etkileşim içindedir.Bu yaklaşım bireye değil ailenin bütününe bakmıştır. Birey içinde yaşadığı psikolojik bağlamla karşılıklı bir etkileşim içindedir; aile içindeki tekrarlanan örüntülerle hem kendi psikolojik yaşamı biçimlenir, hem de kendisi ailenin psikolojik bağlamını biçimlendirir. Yani bireyin psişik dünyası tamamen içsel ve bireysel bir olay değildir. Dolayısıyla bireyin psikolojik dünyasında oluşacak her türlü değişimin aile yapı/sistemi ile doğrudan ve tersinin de doğruluğu düşünülür.
Aile Sisteminin Çalışma İlkeleri
Aile sistemleri kuramında, aile sürekliliği olan, açık, sosyal bir sistemdir. Broderik (1990)’e göre aile tüm sistemlere uygulanabilecek aşağıda belirtilen prensiplere göre çalışır:
1) Bütünsellik, Organizasyon ve Dairesellik
* Sistem içindeki elemetlere değil, sistemin bir bütün olarak özelliklerine odaklanmasıdır. Parçaların özelliklerinin bir araya gelmesinden farklı özelliklere sahiptir.
*Sistem yaklaşımında öncellikli odaklanma yapıya değil, sürece yapılır.İlerleyen sistemde olgulara ve etkileşimlere odaklanılır.
*Aile birbirine bağlı bireylerin grubudur. Herhangi bir üyedeki, herhangi bir değişiklik diğer üyeleri ve bir bütün olarak aileyi etkiler. Bu etkinin geri dönmesiyle birinci üyede etkilenir. Bu dairesellik nedensellik ilkesidir.
2) İletişim
Aile sosyal bir sistem olduğundan, üyelerin etkileşimi bir seri iletişimsel olay yada mesajdan oluşur.
*Her iletişim bir konu, içerik değişimi oluşturduğu gibi sosyal karşılaşma da yaratır. Her bir iletişim bir bilgi paylaşımı olduğu gibi, aynı zamanda ilişkiyi de tanımlar. Değişimin içerik, konu bölümü mesaj, ilişkisel bölümü ise metamesaj olarak adlandırılır.
*İki kişinin birbirinin varlığının farkında olup, iletişim kurmamaları mümkün değildir. Sessizlik yada diğer kişiyi her şeyiyle göz ardı etmek de mesaj ve metamesaj taşır.
*İletişim sürecinin analizi üç özelliğin ayrı değerlendirilmesi gerekir:
- Syntatics (Dizinsel, söz dizimi kurallarına ait), mesajın ve eşlik eden metamesajın doğru olarak taşınmasıyla ilgilenir. Mesajın nasıl kodlandığı ve nasıl çözümlendiği, hangi kanalların kullanıldığı, ne kadar fazlalık içerdiği gibi sorulara cevap arar.
- Semantic (anlama ait) anlamla ilgilenir. Mesajla gerçekten ne demek istediği sorusuna cevap arar.
-Pragmatics (uygulamacılık) iletişimin davranışlar üzerine etkisiyle ilgilenir. Bir iletişimsel davranış, bir başkasına neden olur.
3) Aile Açık Bir Sistemdir
Bertalanffy (1988)Genel Sistem Teorisi’nde kapalı mekanik sistemlerle, açık, yaşayan sistemleri birbirinden ayırır. Açık sistemler çevreleriyle enerji ve bilgi değişiminde bulunurlar. Bütün sosyal sistemler gibi aile sistemleri de açık bir sistemdir.Bu sistemin temel özelliklerinde birisi hemen hemen sürekli, yalnızca sistem içinde değil aynı zamanda dış çevreyle de olan alışverişlerdir. (Broderick, 1990)
4) Aile Kuralları:
Aile kurallarla yönetilen bir sistemdir.Her ailenin üyelerinin davranışları ve üyelerin nasıl etkileşeceği konusunda kurallar vardır. Aile üyesi tarafından oynanacak rolleri, izin verilen ve yasaklanan hareketleri ve aile kurallarından sapmada karşılaşılacak sonuçlar söylenir. Wash’a göre kurallar bireyin davranışlarını sınırlayarak ve emirlerle sistemin stabilliğini sürdürürler. Aile kendi kurallarının farkında olmaları gerekmez. Sıklıkla da ailenin kendi kurallarının farkında olmadıkları gözlenmiştir.Aile kuralları üzerinde yapılan çalışmalarda en çok sosyal alan düzenlenmesi, aile kaynaklarının yönetimi ve duygu ifadelerinin yönetimi üzerinde durulmuştur.
A – Sosyal Alanın Düzenlenmesi:
1) Yatay Uzaklık Düzenlenmesi
a- Aile içi etkileşimlerin düzenlenmesi:
- Yapışıklılık yada bağlılık (mahremiyet yada bağlılık)
- Tamponlama (Kişisellik ve otonomi konuları)
b- Aile sınırları dışındaki etkileşimlerin düzenlenmesi
- Köprüleme: Dış sistemlerle bağlantı
- Sınırlama: aile özerkliği ve otonomi;aile bağlılığı ve mutabakatı
2) Dikey Mesafe Düzenlenmesi :
a- Aile içi etkileşimlerin düzenlenmesi
- Aile üyeleri arasındaki güç ve statü hiyerarşisi
- Aile içindeki gücün birleştirilmesi için koalisyon
*Karı-koca koalisyonları
*Ters üçgenleşme:Çocuk+ebeveyen 1,ebeveyn 2’ye karşı
b-Aile sınırları dışındaki etkileşimlerin düzenlenmesi
-Toplumdaki güç hiyerarşisi içinde ailenin yeri
-Aile sınırları dışındaki koalisyon ve guruplaşmalar
*Aile içinde güç ve statünün arttırılması
*Toplumda ailenin güç ve statüsünün arttırılması
B-Aile Kaynaklarının Yönetimi :
1)Ailenin maddi kaynaklarının yönetimi
a-İç ve dış alanlar
b-Ulaşım
c-Mal sahipliği
d-Para ve kredi
2)Ailenin maddi olmayan kaynaklarının yönetimi
a-Zaman
b-Enerji
c-Dikkat
d-Cinsellik
C-Duygu İfadelerinin Yönetimi
~Sevgi ,kendine güven ve di,ğer olumlu duygular
~Düşmanlık,anksiyete ve diğer negatif duygular
5) Morfogenesis
Walsh’a göre flexibillik, değişikliklere uyabilmede aile için vazgeçilmezdir.Kurallar, değişen koşulara baş edebilmede yetersiz kalırsa, değişen koşullarla baş edebilmek için yeni kurallara ihtiyaç duyulur. Bu morfogenesis ilkesidir. Ailenin uym yeteneği ile ilgilidir. Ailenin daha önce yaşanmamış durumlardaki uyarımlara kapsayan kurallar geliştirme yeteneğidir.(Callan ve Noller,1987; Broderick, 1990).
6) Homeostasis
Bütün aile üyeleri aile içindeki örüntülerin stabilliğini korumak ve tansiyonu düşürmek için kooperasyona eğilimlidir. Bu homeostasis ilkesidir.
7) Eş Sonluluk
Farklı aileler ayna falaketi yaşaya bilir fakat farklı tepkiler verebilirler. Benzer şekilde farklı aileler aynı sonuca farklı yollardan varabilirler. Bu eş sonluluk prensibidir ( Callan ve Noller, 1987 ).
İlişkilerde Temel İlkeler
lişkilerde temel ilkeler, bireyin davranışlarını nasıl düzenlediğini açıklayan ilkelere benzemektedir. Scroufe ve Fleeson (1990) bu ilkeleri şöyle sıralamaktadır.
a) İlişkiler Bütündüra) İlişkiler Tutarlılık ve Süreklilik Gösterir
b) Bireyler İlişkileri İçselleştirir
c) Simgeleştirilmiş İlişkiler İleriye Taşınır
İlişkiler için açıklanan bu dört temel ilke aile gibi daha kompleks sistemler için de uygulanabilir.
~İlişki sistemleri bütündür. İlişki sistemleri parçaların bir araya gelmesinden farklıdır.
~İlişki sistemleri sürekliliğe ve tutarlılığa sahiptir.
~Her bir alt ilişki sistemi, sistemin bütününü yansıtır. Bir sistem içindeki her ilişki, sistemin total organizasyonunu yansıtır.
-Total aile sistemindeki hiyerarşik organizasyondan dolayı aile içindeki ilişkiler zorunlu olarak birbirine bağlı gözükür.
-Her ilişki ve her birey tüm diğer ilişkiler ve bireylerle doğrudan etkileşim yoluyla ilişkidedir.
~Sistem bütün olarak ileriye taşınır.
Aile İçi Etkileşim
Türleri Aile ilişkileri birçok değişik açıdan ele alınabilir. Burada aile, bir karşılıklı bağılılık sistemi olarak mümkündür. Kağıtçıbaşın’a göre Türkiye’deki aile içi ilişkilere yaklaşımların bazı temel özelliklerini ve bulgularını kısaca aşağıda gözden geçirilecektir.
Aile içi yatay etkileşim ekseni:
Yatay eksende özellikle kadın ve erkek cinsiyet rolleri önem kazanmış, aile içinde statüsü; kadın erkek güç ilişkileri ve karar verme süreçleri; rol ayrımı /paylaşımı;değer ve tutumlar irdelenmiştir. Araştırmaların ortak bulgusu ,erkeğe kıyasla kadının aile içi düşük statüsü üstünde odaklanmıştır.Bu durum öznel ve nesnel göstergelerle belirlenmekte, hem erkekler hem de kadınlarca bilinmekte ve geniş çapta kabullenilmektedir,hatta onaylanmaktadır.Kadın-erkek statüsü farklılaşması, özellikle karar verme süreçlerinde; tüketimde ve genellikle maddi olanaklarda; çevre ile ilişkilerde ve hareket özgürlüğünde kendini göstermektedir.Bu statü farklılaşmasından ve maddi eşitsizlikten öte kadının bağımlılığı tutumsal ve duygusal boyuta da yansımaktadır.
Aile içi dikey etkileşim ekseni :
Türkiye de sosyal bilimciler, aile içi yatay etkileşim eksenini oluşturan cinsiyet rolleri ve kadının statüsü konularına etraflıca eğilmiş oldukları halde aile içi dikey etkileşim ekseni üstünde fazla durmamışlardır.Oysa ki aile içi ilişkilerde kadının yeri kadar çocuğun yeride aile dinamiğini belirleyici önem taşır. Özellikle anne-baba tarafından çocuğa affedilen değer ve çocuktan beklentiler ailenin işlerlik türünü yansıtır. Şöyle ki, çocuğa faydacı değerler affedilen aile sisteminde çocuğun aileye gerçek katkısı yüksek düzeydedir. Bu katkı, hem çocukken aile ekonomisine yardım şeklinde, hem de ileride anne-babanın yaşlılık güvencesi şeklinde belirir. Bu bağımlı ilişkiler örüntüsü sadece Türkiye de değil dünyanın birçok ülkesinde yaygındır ve özellikle modern ekonomik yapının oluşmadığı kesimlerde de görülmektedir.
Sosyal değişmenin aile etkileşimine etkisi
Yaşanılan yörenin gelişmişlik düzeyi, aile geliri, eğitim ve özellikle kadının eğitim düzeyi yükseldikçe, kırdan kente hareketlilik arttıkça ve ailedeki mevcut çocuk sayısı azaldıkça, çocuğun sevi sevgi sağlayıcı ve aileyi tamamlayıcı işlevine önem kazanmakta genel ekonomik değeri önem kaybetmektedir. Böylece geleneksel yapı içindeki çocuk, sağladığı maddi yarar bakımından değer taşırken, gelişme süreci ile çocuğun psikolojik değeri artmaktadır.
Ailede Etkileşim
Aile, bireyin ve toplumun fonksiyonlarında en temel öğedir. Aile, bireyin yaşamında çok önemli bir yer tutan beslenme, bakım, sevgi ihtiyacı, duygusal gelişim, psikolojik gelişim, eğitim, kültürel değerleri kazanma, sağlıklı zeka gelişimini sürdürme gibi temel ihtiyaçlarını karşıladığı birincil yer ve çevredir.
Aile üyeleri arasındaki ilişkiler ve aile ortamı, psikososyal yönden gelişen bireyin en çok etkileşime uğradığı yerdir. Bu ilişkiler, bireyin kendine güvenmesini, kendine ve diğer bireylere sevgi duymasını, kimlik kazanmasını, kişilik gelişimini, sosyal beceriler geliştirmesini ve topluma adaptasyon sürecini olanaklı hale getirir.Aile birliğinde, aileyi oluşturan bireyler birbirinden etkilenir. Bu durumu aynı vücutta bulunan organlara benzetebiliriz. Her yönden etkileşim içerisinde, bir bütün olarak, aileyi yaşayan bir organizma saymak yanlış olmaz. Organların birindeki arıza, diğer organların ritmini, işleyişini ve fonksiyonelliğini etkiler.
Ailede iletişim ve bununla beraber etkileşim en önemli konudur. İletişimin olmadığı Aile üyeleri içinde yetki paylaşımı vardır. Yetkiyi şu şekilde tanımlayabiliriz: Aile içindeki bir bireyin, diğer bir bireyin davranışını değiştirme gücüne sahip olmasıdır. Genelde aile içindeki ihtiyaçları (ailenin maddi ihtiyaçları, sağlık gereksinimleri, sosyal faaliyetler, sevgi gereksinimi, vb) karşılayan üyenin yetki gücü daha fazladır. Bu yetki gücü durumu, kültürel ve toplumsal değerlerinde etkisi altındadır.
Aile fonksiyonelliğinde, sağlıklı aile için bir diğer önemli husus, aileyi oluşturan bireylerin aile adına verilen kararlara katılmasıdır. Bu durumda herkesin makul derecede, ihtiyaç ve isteklerine saygı gösterilmesi çok büyük önem taşır. Bu durum karşılıklı güven ortamının devamını sağlar.
Aile içindeki bireylerin duygu ve düşüncelerini rahat bir şekilde ifade etmeleri ile ailenin sağlıklı fonksiyonları arasında çok büyük bir bağ olmasıdır. Sınırları kapalı, aileyi oluşturan bireylerin, duygu ve düşüncelerini rahat ifade etmemeleri ile herkesin kendi dünyasında yaşadığı bir aile yapısında ise bireylerde değişik sıkıntılar zamanla oluşmaya başlar. Bu sıkıntılar arasında, depresyon, endişe ve huzursuzluklar, düşmanlık duyguları, suçluluk hisleri gibi duygulara çok sık rastlanır. Sınırları açık ve herkesin rahatça kendini ifade edebildiği ailelerde ise bunun tam tersi olarak, iyi niyet, karşılıklı anlayış ve işbirliği, ortak düşünceler, birbiri için fedakarlık, birbirine karşı samimiyet ve sevgi, geleceğe güven ile bakma gibi durumlara rastlanır
Ailede iletişim ve etkileşim bununla beraber etkileşim en önemli konudur. İletişimin olmadığı herhangi biz zaman yoktur. İki insan yan yana olduğunda , hiç konuşmamanın bile, bir anlamı vardır. Yanlış iletişim ve etkileşim durumu veya yetersiz iletişim durumu ailelerdeki sorunlara yol açan nedenlerin başında gelir. Aile bireyleri birbirleri ile sözlü yada jest ve mimikler ile anlaşırlar veya bu durumdaki aksama aileyi çok olumsuz etkiler.
Ailedeki normal iletişim ve etkileşimi engelleyen faktörler:
- Aileyi ve bireyleri ilgilendiren konular üzerinde, yüzeysel konuşma
- Aşırı soru sorma, yersiz şüphe ve tereddütler
- Yapay ilgi gösterme
- Konuşma ve izah etme olmadan, karşı tarafın hareketlerini, düşüncelerini yorumlamaya ve tahmin etmeye çalışma
- Geçmişteki üzücü ve tatsız olayların sık sık gündeme getirilmesi
- Sorulan soruları cevapsız bırakma
- Bireylere söz ile baskı kurmaya çalışma
- Abartılı bir şekilde onaylama veya reddetme
- Sık sık öneride bulunma veya kişisel düşünceleri kabule zorlama
- Suçlama, eleştirme, olumsuz değerlendirmeler yapma
- Emir verme, tehdit etme
- Samimiyetten uzak kalma, yalan söyleme
- Alay etme, küçük düşürmeye çalışma, fikirlere değer vermeme
- Olayların olumsuz yönlerini çıkarmaya çalışma
- Küçük hataları çok abartma
- Fedakarlığı devamlı karşı taraftan bekleme
- Ortak faaliyetlere gereken önemi vermeme
- Karşıdakini ifade etme imkanı tanımama
Bu şekilde iletişim ve etkileşim içinde bulunan aile yapısında bireyler arası iletişimde, karşıdaki kişiyi rahatsız etme, yüz kızartma, sert şekilde bakma, yüz buruşturma, konuşmama, yalan söyleme gibi durumların gözükmesi olağandır.Unutulmamalı ki yaşayan her fert; kendine özgü anlayışı, kişiliği, değer yapısı, entellektüel düzeyi, duygu ve düşünceleri, kimlik yapısı, yetişme tarzı, sosyokültürel statüsü ile yaşayan, hisseden, etkilenen biyopsikososyal bir bütündür. Bu durumda konuşulan her sözün, verilen her mesajın, her jest ve mimiğin iyi veya kötü manada karşıdaki kişide bir etki yaptığı kesindir.
Aile üyeleri birbirinden aldıkları mesajlar ile kendilerini değerli veya değersiz, kendilerini güvende veya güvensiz hisseder. Bu durum onların psikososyal ve sosyokültürel konumlarını, işlevselliklerini ve ruhsal durumlarını etkiler. Sonuç olarak sağlıklı birey, sağlıklı ve bütünlüğü ile fonksiyonel aileyi oluşturacak, sağlıklı aile sağlıklı toplumu oluşturacaktır.
Türk Ailesi
1. Aile ve Toplum İlişkisi:
Aile toplumu toplumda aileyi oluşturur. Kültür, kişileri aşarak bütün topluluğu kontrol altına alır, aileye biçim ve düzen verir. Aileye dışarıdan hükmettiği için, aile sadece bir ferdi birleşmenin ürünü, kan hısımlığının mahsulü olmaktan çıkar ve sosyal kurum olma niteliği kazanır. Bundan dolayı aileye sosyal kurum denir.
2. Türk Ailesinin Yapısı:
Fransız etnologlarından Grenard’ ın görüşü:
a) Türk kadını yalnız ev içinde değil tarla, pazar gibi her yerde hayat arkadaşının yardımcısıdır.
b) Türk kadının pazar işlerini yalnızda halledebilir. Bu türk kadınının iktisadi hürriyetidir.
c) Karı-koca arasında mal ayrılığı prensibi var olup, evli kadın malları üzerinde arzu ettiği hukuki işlemde bulunabilir. Buda Türk kadınının hukuki hürriyetidir.
d) Türk kadının boşanma halinde yalnız babasının evinden getirdiği malı değil, aynı zamanda evlilik esnasında bu maldan harcanan kısmı da kocasından isteyebilir.
G.Richard’ ın görüşü: Fransız sosyoloğu Richard şehirli Türklerden çok göçebe yaşamı benimsemiş Yakut, Kırgız ve Altay Türklerini incelemiştir ve Türkleri aile tipi bakımından sınıflamıştır. Aile tipleri;
a) Yakut Türklerinde hısımlık bağ anadır, ailede hakim olan yine erkektir; ancak bu erkek ana tarafından olan dayıdır.
b) Kırgız Türklerinin hısımlık bağında temel babadır ve kadın evlendikten sonra eşinin dinine geçer.
c) Altay Türklerindeki aile tipi yukarıdaki iki tipin arasında bir orta tiptir. Erkek kadının ailesi arasın girer ve erkek kadına bir bedel ödemek zorundadır bu bedel para veya hediye değildir, geçici bir iş yardımıdır.
E.Durkheim’ in görüşü: En geri Türk ulusu sayılan Yakutlar da bile bugün ailede bulduğumuz bütün hukuki nitelikler mevcuttur.
Ziya Gökalp’in görüşü: Türk sosyoloğuna göre, gerek doğu Türkistan Türklerinde gerekse Yakut ve Kırgızlardaki aile tipi çevre medeniyet şartlarından meydana gelen ikinci derecedeki şartlar bir yana bırakıldığında hep ayni aile seviyesinin; yani eşitlikçi, demokrat bir ev ifadesiyle karşılaşmak mümkündür.
Gökalp Durkheim in “hastalıklı ve sağlıklı sosyal yapılar” görüşünden hareket ederek dış tesirlerin Türk ailesini ve sosyal yapısını hastalandırdığını; iyileşmesi, sağlığa kavuşması için milli karakterini tekrar kazanması gerektiğini savunur.
3. Türk Ailesinin Nitelikleri
Misafir sevgisi
Terbiyede süreklilik
a) Türk ailesinde verilen terbiye hiçbir zaman yapmacıklığa dayanmaz.
b) Türk ailesinde cinsiyet konularında gayet serbest konuşmalar geçer. böyle bir terbiye laubaliliğe ve şımarıklılığa neden olmamaktadır. ciddi, kişilikli, şahsiyetli kuşakların yetişmesini sağlamaktadır.
c) Türk kültüründe büyüklere yaşlılara saygı gösterir.
d) Türk aile ahlakında yardımlaşma ve dayanışma vardır. Aileler, soylar ve boylar acı ve tatlı günlerinde bir aradadır.
e) Türk ailesi büyüğe saygı yanında düşküne, fakire, kimsesize büyük ilgi ve yardım gösterir.
Tabiat sevgisi
Türklerde göçebe yaşamın nedeni hayvancılık ve iklim koşullarının yanı sıra doğa sevgisidir. Bu günde Türkiye’nin Güneyinde, Batısında, Doğusunda,Karadeniz’inde yazın bağlara, bahçelere yaylalara göçülür.
4- Bugünkü Türk Ailesinin Meseleleri: Sosyal yapıdaki kültürel değişimler
a) Şehirlerin büyümesi, sanayi merkezlerinin meydana gelmesi, köyden şehirlere büyük göçler olmasıyla meydana gelen sosyal yapıdaki değişikliklerde meydana gelmektedir.Şehirlerde yığılma, gecekonduların hızlı artmasına yol açarken çeşitli sorunların yanı sıra aile sorunlarına da neden olmuştur.Gece kondu bölgelerinde bir kültür değişimi yaşanmaktadır. Gelenek ve göreneğin sağlam esaslardan kopup bir başıboşluk içine düşenlerin, kararsızlık ve şaşkınlık içinde olacakları muhakkaktır.
İktisatçıların ve sosyologların “ göstermelik tüketim “, “ gösteriş harcamaları “ dedikleri davranışlar aileler ve şahıslar arasında bir gösteriş yarışına yol açmaktadır. Bu yüzden boşanmalar olmakta birçok aile reisi sıkıntılara düşmektedir. Bu durum gelişen, büyüyen şehirlerin ailelerinin büyük bir kısmının karşı karşıya kaldığı bir durumdur.Türkiye de şehirleşme, sanayileşme, sosyo-kültürel değişmelerle birlikte, 1935 de 2257 boşanma vakası tespit edilirken 1958 de 7870 boşanma vakası tespit edilmiştir.
b) Günümüz Türkiye’ sinde hem kadının hem erkeğin iş güç peşinde koşması çocuk terbiyesini aksatmıştır. Akşamdan akşama güçlükle bir araya gelebilen aile bireyleri ailenin manevi havasını pek az yaşayabilmektedir.
c) Köylerin, tabiatın kucağındaki evleri, bereketi yerine gece kondular ve apartman dairelerine ve kıt kanaat bir hayata bırakmıştır. Bu bağlamda misafir severlik, komşuluk ve yardımlaşma azalmıştır.
Türkiye'deki Ailenin Psikolojik Yapısı
1- AİLENİN BÜYÜKLÜĞÜ: Türkiye ’de aileyle ilgili geçmişteki çalışmalar ve bu çalışma kırsal ve gecekondu kesimleri de dahil yaygın aile tipinin çekirdek aile olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çalışmada evde çocuklar dışında (anne, dede, teyze) bir veya iki yakını oturan aileler %12 oranında çıkmıştır ve bu aileler araştırma kapsamına alınmamıştır.Aile yaşayan bir sitem olduğundan üye sayısı yatılı okul, askerlik, evlilikler vb. sebeplerle azalıp çoğalabilmektedir.Tüm bunlara rağmen aileler akrabalık bağlarının yakın çevreden fiziksel, farklı şehirlerde oturanlardan da psikolojik olarak sürdürmektedir.
2- GENÇLERİN ÖZERKLİĞİ: Aileleri ile birlikte yaşayan 18 yaş üzeri çocukların oranı %60 tır. Bunda psikolojik gereksinimlerin giderilmesinin yanı sıra ekonomik ve toplumsal baskılar etkili olmuştur. Örneğin, evlenip ayrılıp mecburen baba ocağına dönmüş çocuklar.
3- AİLE HAREKETLİLİĞİ: Katılımcı ailelerin büyük bir çoğunluğu son 20, bir kısmı da son 10 yıl içinde en az bir göç yaşamışlardır. Bunların arasında köyden, kasabadan, kent ve büyük kentlere göçlerin yanı sıra yurt dışından da kent ve büyük kentlere geçenler vardır.
4- AİLE ÜYELERİNİN KONUMU: Yapılan çalışmada bireylerin kendilerini ve ailelerini algılayış biçimlerinde ailelerindeki konumlarının etkin rol oynadığı ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda önce babalar sonra anneler ve en sonrada çocuklar kendilerini ve ailelerini daha olumlu algılamaktadır. Babaların kendilerini ve ailelerini en olumlu algılamalarında konumun dışında iki faktör etkilidir. Birincisi babalar iş yaşamını ve mesleki doyumu birinci ilgi alanları yapmışlardır, ikincisi ailenin namusuna en fazla babalar sahip çıkar. Onlara göre sorun varsa halledilir, dolayısıyla bir komşu, bir terapist, bir anket formuyla paylaşılmamalıdır.Tabi ki bu düşünceler altında yatan temel etmen bireyin aile reisi olarak algılanmış olması ve problemin kendi yetersizliğinden kaynaklandığının düşünülebileceği kaygısıdır.Bu kaygının altında yatan temel etmende geleneksel cinsiyet rolleridir. Öyleyse erkek ve kız çocukları arasında da böyle bir durumun çıkması beklenir.
Oysa araştırmada bu hipotez doğrulanmamıştır. O halde ikinci hipotez babalık konumu daha güçlü bir etmendir.Özet olarak babalar ailenin psikolojik yapısının daha olumlu, çocuklar daha olumsuz algılamaktadır. Bu bağlamda büyük ve küçük çocukların yığılmalı olarak ergenlik dönemine denk düştüğünü belirtirsek. Bu dönem özgü yaşanan buhran, aile tatminsizliği psikolojik temaların ışığında hipotezimizi doğrulamaktadır.Tüm bunlar bir yana bizim için en önemli sonuç annelerin kendilerini ve ailelerini algılayış puanlarının yüksekliğidir. Bu şaşırtıcı bir durum değildir. Ailenin psikolojik sorunları için genellikle ilk yardımı isteyen annelerdir. Bu bakımda en güvenilir bilgiler annenin bilgileridir. Tedavi planında annenin bilgileri önemli yer kaplamalıdır.
5- ANNE BABA EŞ ALT SİSTEMLERİ: OTA da bir anne baba alt sisteminden söz etmek mümkün değildir. Çocuklara karşı bakıldığında dahi anne baba alt sistemi oluşmamaktadır.oysa modern toplumlarda anne babaların akrabalara karşı bile kendilerini birbirlerine uydurdukları ve benzeştikleri bir alt sistem mevcuttur. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta araştırma kapsamında yer alan çocukların genelinin 12 yaş ve üzerinde olmalarıdır. Buda bize çocuklar büyüdükçe alt sistemin yok ola bileceğini düşündürtür. Konu bu analizle sınırlanmamalıdır.
6- ÇOCUKLAR ALT SİSTEMİ: Araştırma bulgularına göre küçük ve büyük çocuklar alt sistem oluşturdukları göze çarpar. Bunun değişebilirliği düşünülmelidir.
7- CİNSİYET ALT SİSTEMLERİ: Toplumumuzda her tur teknolojik gelişmeye, kentleşmeye ve modernleşmeye rağmen direnen cinsiyet ayrımcılığı geleneksel cinsiyet rolleri ve kadının düşük toplumsal statüsü bu araştırma bulgularında da ortaya çıkmaktadır.Türk ailesinde baba kız ve ana oğul koalisyonları vardır. Bu durum çapraz cinsiyet alt sistemleri kavramını ortaya çıkarmıştır. Yapılan bu araştırma daha önceki araştırmalarla elde edilmiş bu bilgiyi tam olarak doğrular nitelikte değildir. Ayrıca baba-oğul ve anne-kız alt sistemlerinin dayanışmayı simgelediği ortaya çıkmıştır, babaya karşıda bir anne-çocuk alt sisteminden söz mümkün değildir. Bu durumların çocukların ergen ve üstü yaşlarda olmalarıyla ilintili olduğu düşünülebilir.Sonuç olarak üyeler arası ilişkiler mesafeli, koalisyonlar geçici veya durumsaldır.
8- ANNENİN EĞİTİMİ: Araştırmada annenin eğitim durumunun ailenin olumlu psikolojik işleyişine pek katkı sağlamadığı ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda eğitimden ziyade annenin öz kavramlarını bu işleyişe katkıda bulunduğu düşünülebilir.
9- ANNENİN ÇALIŞMASI: Üretime katkılım toplumsal veya evin içindeki statüsünü etkiliyor ve ailenin psikolojik yapısı için işlevseldir. Bu bağlamda annenin kendine ait bir dünyasının olmasının annenin kendini ve dolayısıyla ailesini beslediği düşünülebilir.
10- AİLENİN YAŞI: Ailenin yaşı, psikolojik yapısının olumlu yönde etkilemektedir. Bu durum ailede etkileşimlerin oturmuşluğu ve üyelerce beklentilerin daha gerçekçi ilişkilerin daha eşgüdümlü olmasıyla açıklanabilir. Konuya yönelik bir hikaye: karı koca iki profesör den erkek olan üniversitede ders verirken kalp krizi geçirerek ölmüş. Eşi kocasının dersini devraldığında derse kocasının yarım bıraktığı cümlesini tamda bıraktığı yerden tamamlayarak başlamış.
11-AİLEDE İLETİŞİM: Evde açıkça konuşulabilecek konular ve fikirlere bazı sınırlar konmaktadır, bu bağlamda iletişim alanı daralmaktadır. Dolayısıyla sözsüz iletişim ve suskunluk bir norm haline gelmektedir. Yakınlık gerektiren konulara yönelik kendini açmaktan uzak durmaktadır. Ancak mesajlar bulanık değildir.Aile içinde konuşmanın çocuklukta özendirilmediği sonra okul ve diğer kurumlarda da sessizliğin ödüllendirildiği bir toplumda sevgi sözcükleri doğrudan istek anlatımları yerine imalı ve sessiz mesajlar iletilmektedir.
12-AİLEDE BİRLİK: Türk ailesinin dış dünyaya sınırları oldukça açık durmakla birlikte birliği ve devamlılığı tehdit edecek bir durum söz konusu değildir. Bu durum hem aileye duyulan duygusal bağımlılıktan hem de değişime kapalılıktan kaynaklanmaktadır.Türk ailesinde bir psikolojik dayanışma değil bir savunma paktı vardır.Aile içinde birey yalnızdır. Bu durum bireyleşmenin değil tam tersine bireyleşemeden psikolojik olarak hem ve korunmasız orta da kalmanın bir ifadesidir.
13- AİLEDE YÖNETİM: Türk ailesinde sorumluluklar hakça dağıtılmaktadır ve kurallar belirgindir. Disiplinli ve düzenli bir yönetim söz konusudur. Ailede alınan kararlar üyelerin çıkarlarını korumaktadır. Fakat üyelerin yönetimdeki eşit algılanmaktadır. Çünkü kararlar katılımcı bir yönetim yerine tek alt sistemlerce alınmaktadır. Türk ailesinde karar alınımında aile dışından etkilenilmemektedir.Türk ailesinin yönetimi örgütlenme sonucu oluşan bir yönetime bağlanamaz. Onun yerine toplum ve kültürün belirlemiş olduğu gelenekler vb. aile yönetiminin belirleyicisidir.
14- AİLEDE YETKİNLİK: Türk ailesinde anne babadan daha yetkindir. Babalar ise küçük çocuklardan daha yetkindir, küçük çocuklarda büyük çocuklardan daha yetkindir. Bu durumda anneler diğer üyelerden daha fazla aileye sahip çıkıyor, bireyseller kaynaklarını aile için kullanıyor gibi yorumlara gidilebilir.
15- AİLEDE DUYGUSAL BAĞLAM: Anne ve babanın aileye duygusal bağlılık konusunda aralarında pek fark yoktur, doyum konusunda da pek fark yoktur. Büyük çocuklar diğer aile üyelerine göre bağlılık ve doyum konusunda düşük puan almışlardır. Bu durumun temelinde duyguların kendiliğindenliği ve doğal yaşanmasına izin verilmesi, değişmeye kapalılık, bireylerin birbirini koşulsuz kabul edememeleri yer alır. Buna karşın sevgi ve şefkat paylaşımı yeterince iyidir.
16- AİLEDE DOYUM: Babaların aileden doyumu yüksektir büyük çocukların ise aileden doyumu düşüktür. Diğer aile üyelerinin doyumu babaya yakındır ve aralarında pek fark yoktur.Ailede doyumu en fazla düşüren faktör evde geçirilen özel zamanlardır.
17- AİLEDE DİRENÇ: Türk ailesinin en dirençli olduğu alan aileye başkalarından gelen eleştiri ve önerilere yöneliktir. aile içinden gelen eleştirilere tolerans daha fazladır.Babalar anneye göre daha fazla direnç göstermektedir, annelerde çocuklardan daha dirençlidir. Büyük ve küçük çocuklar arasında direnç bakımından anlamlı bir fark yoktur.