psikoloji tanım açıklama sorun tedavi yöntem hastalık psikanaliz freud sigmund ruhbilim psychology psikoloji adler psikopatoloji şizofreni parapsikoloji psikoterapi psikopati otizm psikanaliz şizofreni parapsychology cure therapy disease illness behaviouralism health autism psychoanalysis

Özel Arama

12 Ağustos 2007 Pazar

Genel Endişe Bozukluğu

Endişenin Endişesi
eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım

Sisler Bulvarı, Atilla İlhan

“Geceleri yalnız kalamıyorum. Neden bilmiyorum. Ama yapamıyorum işte.”

“Kafamın içi kazan gibi. Aklımdan binlerce endişe verici düşünce geçiyor.”

“Tekrar eski ben olabilecek miyim acaba?”

“Kendimi hiçbir zaman sakin ve huzurlu hissedemiyorum. Galiba, bunun nasıl bir şey olduğunu bile unuttum.”

“Neden hiç bir şey istediğim gibi olmuyor. Oysa, ne kadar mükemmeli hayal etmiştim ben.”

“İşe gitmekten artık nefret ediyorum. Daha önceleri, hiç böyle olmazdı.”

“Sanki, hep bir uçurumun kenarında gibiyim.”


Ortada diğerleri tarafından size benzer şekilde algılanan doğru dürüst bir neden yokken içinizin pek bir huzursuz olduğu anlar var mıdır? İşte bu anlar, bitmek tükenmek bilmez bir hale geldiğinde, kaygı ve korku başa çıkılamaz ölçüde arttığında, psikoloji bu ruh halini genellenmiş endişe bozukluğu olarak adlandırır.

Genellenmiş Endişe Bozukluğu da, tıpkı diğer endişe bozukluları (depresyon, panik atak, travma sonrası stres bozukluğu, takıntılar-zorlantılar, fobiler v.b.) gibi, biyolojik, ailesel ve çevresel etmenlerin bileşiminden doğar. Yapılan araştırmalar, endişe bozukluklarında beyin içi iletide rol oynayan iki kimyasalın (norepinefrin ve serotonin) dengesizliğine işaret etmektedir. Ancak, her psikolojik tabloda olduğu üzere, böyle bir bulguyu sebep-sonuç doğrusal dizgesi yerine, sebep-sonuç-sebep döngüsel dizgesi içinde anlamaya çalışmak daha verimli bir bakış açısı olabilir. Bir başka ifadeyle, beyin içi olası kimyasal dengesizlikler herhangi bir endişe bozukluğu tablosunun sebebi olabileceği gibi, ailesel ya da çevresel etmenlerin tetiklediği bir sonuç da olabilirler. Bir örnek vermek gerekirse, bir bebek yüksek endişe düzeyi taşır olarak dünyaya gelebilir, ya da bir başka olasılığa göre, böyle bir yatkınlıkla dünyaya gelmiş olmasa da, mesela, ebeveyninden birinin aşırı kedi-köpek korkusu yüzünden kendisi de kedi-köpeklerden aşırı şekilde korkmayı öğrenebilir. Bu nedenlerledir ki, endişe bozukluğu olan anne-babaların çocuklarında da sıklıkla benzer bozukluklar görülmektedir. Bunların yanı sıra, travmatik deneyimler, doğal ya da insan kaynaklı felaketler de yüksek endişe halini tetiklemektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere endişe, aslında, hayatta kalmamıza hizmet eden bir duygudur. Normal gelişim sürecimizin bir parçasıdır. Ancak, düzey alışılagelen seyrin dışına çıktığında, günlük yaşantımıza ket vurmaya başladığında, bozulma halinden de söz edilmeye başlanır. Bu hal, genel nüfusun %3-4 kadarını etkiler. Genel endişe bozukluğunda, olağan yaşam akışı, artmış karmaşa, korku ve kaygı ile kuşatılır hale gelir. Düşüncelere dalıp gitmek, “eğer olursa”lara takılıp kalmak endişe bozukluklarının tipik özelliklerindendir. Bu düşünce akışı, kişiyi içinden çıkamadığı bir kaygı ve endişe çemberine sokar. Bu da, hayata dair depresif hissetmesine yol açar.

Genellenmiş endişe bozukluğunda kişi, mesela panik atakta olduğu gibi, endişesini tetikleyen hallerden kaçınmaz. Düşünür, düşünür, düşünür… Zihnini bu düşüncelere karşı nasıl kapatabileceğini bilemez. Düşüncelerin aklını esir almadığı anlarda ise kaygı duyguları artar. Üzgün, tüm enerjisini yitirmiş, yaşama olan ilgisini kaybetmiş bir haldedir. Çoğu kez bu duygularını tetikleyen belirgin bir neden yoktur. Kendisi de bu halini akıldışı bulur. Ancak, duyguları tüm gerçekliği ile oradadır ve hayatını sevimsiz, isteksiz, anlamsız kılmaya devam etmektedir.

Korku ve endişesi o kadar güçlüdür ki, sevdiği-önemsediği bir dostu randevusuna on dakika gecikse, derhal en kötüyü, ona berbat bir şey olduğunu düşünür. Arkadaşının kötü bir kaza geçirdiğini, hastaneye kaldırıldığını, iyileşemeyecek şekilde ağır yaralandığını aklına getirir. “Aman Allahım! Ben şimdi ne yapacağım?” sorusu beynine çakılı kalır. Bu bakış açısı korku, endişe ve depresyonunu büsbütün arttırır.

Diğerlerinin “iyi” ve “kötü” günleri varken, endişe bozukluğu gösteren kişinin “iyi” ve “kötü” saatleri vardır. Mizacındaki bu dalgalanma –kırıldığı an’a dek- bir anlamda da onun endişe ve kaygı halini besleyen, adeta ödüllendiren bir unsurdur.

Baş ağrıları, titremeler, sarsılmalar, huzursuzluk hali ve konsantrasyonda bozulma genellenmiş endişe bozukluğunun fiziksel belirtilerindendir. Ayrıca, uykuda da bozulma olabilir; sosyal fobi ya da panik bozukluğa ait belirtiler ana tabloya eşlik edebilir.

Normal stres unsurları genellenmiş endişe bozukluğu için yüksek tetikleyici değere sahiptir. Mesleğini iyi yapan ve bunun takdirini gören bir çalışan bir anda işini son derece sıkıcı görmeye başlayabilir. Bu olumsuz bakış açısı ve tatminsizlik, endişesini tetikleyebilir. Bu da, işe gidişini imkansız hale getirebilir.

Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere, genellenmiş endişe bozukluğunun tedavisinde kişinin problemlere ve farklı yaşam olaylarına yaklaşma biçimini yeniden yapılandırmak ana odak noktasıdır. Psikoterapi bir yeniden öğrenme sürecidir ve hayata farklı perspektiflerden yaklaşabilme gücünü danışana kazandıran önemli bir unsurdur. Bu perspektiflerin gözden geçirilebileceği, denenebileceği ve en önemlisi de yaşamı daha keyifli kılabilecek düşünce, duygu ve davranışların edinilebileceği bir psikoterapi süreci, danışan için yeni bir yaşam çizgisinin de başlangıcı olabilir. Zira, endişe bozukluklarına odaklı bir psikoterapi süreci, danışana genel olarak şu değerleri kazandırmayı hedefler:
  • Bozuk işlevli eski düşüncelerin yerine işlevsel olanları birlikte koyabilme
  • “Gereklilikler” ile “zorunluluklar”ı ayırt edebilmede danışana rehberlik yapma
  • Kendini keşif ve kendine güveni yeniden inşa yolculuğunda ona refakat etme
  • Sağduyusunu dinlemeyi öğretebilme
  • Korku ve heyecanın bir elmanın iki yarısı olduğunu gösterebilme
  • Daha sağlam bir yaşam felsefesi oluşturmada danışana yardımcı olma
  • İş ve sahip olunan maddi değerlerin yaşamdaki her şey olmadığını anımsama
  • Geçmişteki olaylara yeni bakış açıları geliştirerek bakabilmede araç olma
  • Gün geçtikçe kendini yenileyen bir kişi olduğunu fark edebilmesinde danışanı cesaretlendirme
  • Onu rahatsız eden düşünceleri, kişileri ve olayları gerektiğinde nasıl bir kenara bırakabileceği konusunda çalışma

  • Hayatındaki her şeyi kontrol edemeyeceği ve bunun da gerçekte ne kadar anlamlı bir unsur olduğunu ele alma
  • Yaşama dair olumlu bakış açısının bedensel sağlığı da ne kadar olumlu etkileyebileceğinin üzerinden geçme
  • Gerçekliği, çarpıtmadan, olduğu gibi görebilme olgunluğuna erişme
  • İnsanları, olayları, olup bitenleri kabul edebilme gücünü kazanma
  • Kendini iyileştirebilecek potansiyele sahip olduğunu ve kendi olarak geleceğe adım atabileceğini sezme

Evet! Geçmiş, gelecek ile aynı değildir! O halde, geride kalandan, değiştirilemez olandan yola çıkmak yerine, değiştirilebilir olandan, kendimizden hız almak çok daha gerçekçi bir bakış açısı olacaktır. Dahi vasıfları taşıyan bir lider olmadıkça dünyayı değiştiremeyebiliriz. Peki, ya kendimizi? Bir gerçeklik daha var ki, bu değişimde bizlere yardımı kaçınılmaz olabilir: Herkesin güzelliği güzellik olarak algıladığı bir yerde çirkinlik zaten vardır. Herkesin iyiliği iyilik olarak algıladığı bir yerde kötülük zaten vardır. Zıtlıkların bulunmadığı bir yer tarif edemiyorsak, onlardan acı çekmek yerine, onlarla nasıl bir arada yaşayabileceğimizin daha güçlü cevaplarını geliştirebiliriz. Zira, her birimizin içinde bir yerlerde bizi hayatta tutan inanılmaz bir güç var zaten: Ömür boyu bizimle birlikte olan öğrenme yetimiz.

eğer özlememişsem ölümü
gecenin kucağına bırakmalıyım hüznümü

Adım Kalabalıktır, Kemal Kale