SIDDET...
Şiddetin Nedenleri
Şiddetin Psikolojisi
Kadına Yönelik Şiddet
Uluslararası Gelişmeler
Cinsel Yönden Zorlama
Çocuklarda Cinsel İstismar
İnsan psikolojisinde evrensel olarak varlığı kabul edilen ve cinsellikle birlikte en güçlü iki dürtüden biri olan saldırganlık ve onun sonucu şiddet, toplumda pek çok boyutta gözlemlenen bir olgudur. Şiddet içgüdüsel olarak varolan ve çevre etkenlerden kaynaklanan bir davranış olarak görülür. Şiddete yol açan temel etkenler anne,baba, çocuk, aile ilişkisi, nesillerdir sürdürülen şiddet içeren davranışlardır. Sosyal, kültürel ve ekonomik faktörler şiddet oluşumunda rol oynarlar. Her geçen gün şiddetin günlük yaşamımızda daha çok yer aldığı görülmektedir. Şiddetin bu denli yoğun olarak günlük yaşamda yer alması da şiddetin kanıksanmasına yol açmaktadır. Şiddet ayrıca bir problem çözme aracı olarak kullanıldığından, bu kanıksama şiddetin birçok boyutta kullanılmasına ve çok çeşitli şekillerde karşımıza çıkmasına neden olmaktadır.
Son yıllarda yoğun olarak çalışılan şiddetin farklı sınıflamaları bulunmaktadır. Şu sınıflama genel olarak kabul gören bir sınıflamadır:
Saldırgan şiddet
Kadına yönelik şiddet
Aileiçi şiddet
Çocuğa yönelik şiddet
Yaşlılara yönelik şiddet
İntihar (kişinin kendine yönelik şiddeti)
Saldırgan Şiddet
Bir kişinin başkasına zarar verme, yaralama veya öldürme amacına yönelik, fizik kuvvet uygulayarak yaratılan, ölümcül olabilen kişisel saldırganlıktır. Saldırgan şiddetin en uç noktası cinayettir. Cinayet, bir kişinin başkasına yönelik yaralama veya öldürme amacı ile yaptığı ve sonuçta ölümün meydana geldiği olaylardır. Öldürme olayları bazen kendini savunma ya da ihmale bağlı olarak meydana gelen olaylar şeklinde de görülmektedir. Saldırgan şiddet olguları adli tıbbın en çok karşılaştığı olgu tiplerinden birisini oluşturmaktadır. Çünkü adli tıp temelde zorlamalı ölümleri incelediği için saldırgan şiddet sonucu ortaya çıkan kişiye yönelik şiddet olguları yaralama veya ölüm olarak karşımıza çıkmaktadır.
Öldürücü olmayan saldırgan şiddet 4 sınıfa ayrılarak incelenir: Basit saldırganlık, planlanmış saldırganlık, ırza geçme, hırsızlık.
Basit saldırganlık silah veya alet olmadan yapılan, kişide küçük lezyonlar yaratan olaylardır. Bunlar sıyrıklar ile ekimozlardır. Başka bir tanımla ayaktan tedavi ile iyileşen olgular olarak da tanımlanabilir. Küçük bir problemin büyütülmesinden ortaya çıkabilen küçük çapta tartışma ile itişmeler bu tip olaylara örnektir.
Planlanmış saldırganlık ise 3 şekilde meydana gelebilir:
1. Bir silahla yapılan saldırılar: Burada yaralanma olabilir veya olmayabilir.
2. Silahsız yapılan ama önemli hasarlara yol açan saldırılar: Diş kaybı, kemik kırığı, iç organ yaralanmaları, bilinç kaybı ya da teşhisi konamayan ama hastanede yatmayı gerektiren lezyonların oluştuğu durumlardır.
3. Silahla yapılan planlanmış saldırılar: Bu konuda yapılan çalışmalar, saldırı ve cinayeti genellikle aynı davranış grubunda değerlendirmekte ve cinayeti tam bir saldırı olarak tanımlamaktadır.
Irza geçme zor kullanarak ya da tehdit ederek, cinsel amaçlı doyum sağlamaya yönelik eylemlerdir. Bu konuda kitapta, detaylı olarak cinsel suçlar bölümünde anlatılmıştır.
Hırsızlık ise birisinden, para veya malın zor kullanma veya başka bir şekilde silahlı veya silahsız olarak alınmasıdır.
Saldırgan şiddet farklı şekillerde de sınıflanmaktadır. Kurbansaldırgan ilişkisi, ortama göre olmak üzere farklı şekillerde görülmektedir. Aileiçi, tanıdık olması ya da yabancı olmasına göre de sınıflandırılmaktadır. Ancak son 30 yıldır önemli bir toplumsal problem olarak kabul edilen şiddet, kriminal sistemin temel problemi olarak kabul edilmesine karşın, üretilen çözümlerin her geçen gün şiddete bağlı olayların artışını engellemediği görülmektedir.
Şiddetin nedenleri üzerinde farklı görüşler bulunmaktadır. Ama tüm nedenlerin ve biyolojik, psikolojik, sosyolojik faktörlerini incelenmesi ile kurbanlar ve saldırganlar hakkında bilgi edinilebilir.
Biyolojik faktörlerin incelenmesinde öne sürülen faktör, bu tür suçu işleyenlerin ve olay kurbanlarının çoğunun genç erkekler olmasının şiddetin, erkeklik hormonu ve yaşın getirdiği biyolojik değişimlerle ilgisi olduğunun göstergesi sayılabileceği şeklindedir. Yapılan çalışmalarda, artan yaşla birlikte saldırganlığın azalmasının bunu destekleyen bir faktör olarak görülmesine karşın, bunun doğru olarak kabul edilmesini sağlayacak veriler bulunmamaktadır.
Psikolojik yaklaşım ise bu konuda iki teori öne sürmektedir. Bunlardan birisi sosyal öğrenme teorisine göre, bu tür davranışların taklit yoluyla öğrenildiğidir. Gelişimsel teoriye göre ise şiddeti azaltan etkenler olduğu sürece, görülme olasılığının da azaldığı şeklindedir. Bu etkenler; çocuk ile onu yetiştiren arasındaki sevgi bağı, istismardan ve aşırı sert disiplinden uzak bir çocukluk dönemi ve esnek bir iç kontrolü güçlendiren deneyimlerin varlığıdır.
Sosyolojik yaklaşıma göre 4 temel grupta şiddetin incelenmesi gerekir. Bunlar; Kültürel, yapısal, ilişkisel (interaksiyonist) ve ekonomik etkenlerdir. Kültürel nedenlere göre, şiddetin toplumda kimi durumlarda ve belli kişilere karşı kullanımının kabul gördüğünü ve bu çarpık yargının kuşaktan kuşağa aktarıldığı savunulmaktadır. Yapısal neden, yoksulluğun ve olanaksızlıkların insanları kanuni olmayan yollardan isteklerine ulaşmaya ittiğini öne sürmektedir. İlişkisel yaklaşımda ise şiddetin bir dizi tahriksel davranış ve sözler sonucunda ortaya çıktığı teorisi öne sürülmektedir. Buna göre, eğer ortamda şiddete yönelik davranışlar varsa, bunu gören diğer kişiler de bundan etkilenerek aynı davranışa yönelecektir. Ekonomik yaklaşım, kişilerin şiddet sonucunda elde edeceklerinin kâr ve zarar hesabı yaparak, bu tür davranışlara yöneldiklerini öne sürmektedir. Eğer kişi yapacağı davranışın, kendisine kârzarar bazında yararlı olacağını düşünürse bu tip davranışa yönelecektir. Şiddet hareketlerinin daha çok alkol ve uyuşturucu bağımlılarında, kendilerine bu maddeleri elde etmek için yaptıkları gözlenmektedir.
Şiddetin Nedenleri
Şiddet hangi nedenlere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır? sorusu üzerinde çok araştırmalar yapılan bir konudur. Özellikle bireyin özellikleri, insanın doğasına bağlı etmenlerin neden olabileceği yaklaşımı bugün kabul gören görüşlerin başında gelmektedir. Bu açıdan şiddetin oluşumundaki nörofizyolojik etmenler önemle irdelenmesi gereken bir konu olarak dikkati çekmektedir. Şiddet çalışmalarında ön plana çıkan kavram saldırganlıktır. Saldırganlık saldırmaya ve çatışmaya eğilimli olma durumu olarak tanımlanabilir.
Doğaya bakıldığında en basit organizmaların bile yaşamlarını, içinde bulundukları çevreden gelen ve hepsi birer saldırı olarak nitelendirilebilecek etkilere tepki göstererek sürdürdükleri görülmektedir. Bu konuda önemli araştırmalar yapmış olan Selye, karmaşık organizmaların strese, yani çevreden gelen baskılara uyum özelliklerini araştırmıştır. Doğal yaşam koşulları içinde gerilime neden olan koşullar (stressors) çeşitli mikroplar ya da ısı, gürültü, ışık gibi çevre koşullarıdır. Bu yukarıda örneklenen koşullarda çeşitli nedenlere bağlı olarak değişiklikler olabilir. Bu değişim olduğunda vücut bunu dışarıdan bir saldırı olarak değerlendirir ve buna bir tepki gösterir. Bu durumda oluşan değişik tepkilere Genel Uyum Sendromu (UGS) ismi verilmektedir. Bu durum saldırıya uğrayan organizmaların genel tepkisidir (İç salgı bezlerinin işleyişindeki değişiklikler, bünyesel değişiklikler, ateş, kalp damarlarındaki sorunlar, bayılmalar gibi organik tepkiler). Yerel Uyum Sendromu (YUS) ise lokal, belli bir bölgede olan iltihabı durumları kapsamaktadır. (Ülserler, çıbanlar). Organizma önce bir alarm evresi geçirir sonra da direnişe başlar. Daha sonra direnç, yavaş ya da hızlı bir şekilde yok olur.
Gerilim ile saldırganlık arasındaki ilişki iki türlü oluşabilir. Saldırıya uğrayan organizma, karşılık vermek için bir hedef arar ve ilk bulduğuna yönelir. Öte yandan saldırganlığın kendisi de, sinirlenme özellikle de kızgınlığın dışa vurulamaması ile şiddetlenen mide, onikiparmak barsağı ülserleri ve kalp sorunları gibi belirtilerle gerilimin başladığı gözlenmektedir.
Delgado'nun beyin bölgesine gönderdiği elektriksel uyarılarla yaptığı araştırmalar, saldırganlıkları başlatan ve durduran bölgelerin haritasının oluşturulmasını sağlamıştır. Bu da saldırganlığın denetlenebilme ve yönlendirilebilmesine olanak tanımıştır. Örneğin beyincikte belli bir bölgenin uyarılması, saldırganlık krizlerine yol açarken beyinde ön bölgede belli bir odak uyarıldığında içtenlik ve gülümseme sağlanmaktadır. Delgado'nun deneylerine örnek olarak, beyinlerine uzaktan kumandalı elektrotlar yerleştirilen boğaların saldırılarının birdenbire sona ermesi verilebilir.
Beyin bölgeleri ile saldırganlık arasındaki bu bağlantı, saldırganlığın önlenebilmesi için ilaç kullanımında yararlı olmuştur. Ruhsal denge bozukluklarının tedavisinde ya da genel olarak sakinleştirici olarak kullanılan Fenoltiazin, Metrobamat veya Diazepam gibi maddelere sıkça başvurulmakta bu ile benzeri ilaçlardan saldırganlığın önlenmesi ve denetlenmesi için yararlanılmaktadır.
Hayvanlar arasında yapılan şiddete yönelik araştırmalar ise ilginç sonuçlar vermiştir.
1. Türler arası şiddetten söz etmek olası değildir. Değişik türden hayvanlar doğal ortamda dağılırlar ve birbirleriyle karşılaşmamaya gayret ederler. Çatışmalar sadece avlanma amacıyla çıkar ve vahşet düzeyi çok yüksek olmamaktadır. Avcı avını öldürmeye, av ise ya kaçmaya ya da kendini savunmaya çalışır.
2. Gerçek saldırganlık tür içindedir. Yani aynı türün bireyleri arasında görülür ve bir içgüdüye benzer. Başka bir deyişle programlanmış ve otomatik bir görünümü vardır. Harekete geçirici belli etkiler tepki görür ve belli saldırgan davranışlara yol açarlar (belirtiler: tehdit, olay, sakinleşme). Saldırganlık belirtileri aynı zamanda birer araştırma tanıma isteğinden de kaynaklanmaktadır.
3. Bu tip saldırganlıkların belirli bir işlevi olduğu, fonksiyon gördükleri izlenmektedir. Bireylerin alana, çevredeki barınma olanakları ölçüsünde yayılmalarını sağlamaktadır. Güçlü erkeklerin dişilere daha rahat yaklaşabilmelerine olanak sağlayarak cinsel alanda etkili olmakta ve gruplar içinde egemenlik düzenlerinin oluşmasını sağlamaktadır. Sonuçta şiddet güçlünün egemenliğini sağlayarak saldırganlığında sona ermesi sonucunu getirmektedir.
4. Tür içi saldırganlığın yok edici yanı yoktur. Hem hayvanların pençe, diş ve boynuzdan ibaret silahları fazla tehlikeli değildir, hem de saldırganlık belli ölçülerde yaşanmaktadır. Tüm hayvanlar öncelikle kendilerini korumaya çalıştıklarından şiddetin etkisinin azaldığı gözlenir. Öncelikle zayıfın ortamdan kaçmasını sağlamaya yönelik şiddet gösterisi gözlenmektedir. Boyun eğme kuralları ise, zayıfa güçlünün egemenliğini kabul etme ve şiddetinden korunma olanağını tanır.
5. İçgüdünün yapay ortamlarla karşılaşması ya da bireyin başarısız olması gibi özel koşullarda tür içi saldırganlık, lethalizasyon adı verilen patolojik davranışlara da yol açabilir. Bu laboratuvar ortamında, hayvanat bahçelerinde, sirklerde, bazı evcil hayvanlarda görülen nörotik davranışlara, sapkınlıklara, öldürme hırsı gibi davranış bozukluklarına neden olmaktadır Doğal saldırganlık yönelebileceği bir hedef bulamazsa ya da koşullandırmalar yüzünden etkiler belirsizleşirse hayvan şiddeti kendine karşı uygulamaya, yavrularını yemeye, patolojik davranışlarda bulunmaya başlar ve grup içinde çatışmalar çıkar.
İnsanlarda da bütün diğer hayvanlarda olduğu gibi saldırganlık vardır. İlk insanlarda bu içgüdünün uyumsal bir yanının olduğu düşünülebilirse de, insanlar çevrelerine egemen olmaya başladıkça, kalabalık gruplar oluşturacak yaşam modellerini geliştirdikçe bu içgüdü zararlı olmaya başlamıştır. İnsanların yaratıcılıkları ve silahların gelişimi de zararın artmasına neden olmuştur. Kuralların her zaman işlevsel olmadığı görülmüştür. Geçen zaman içinde toplulukların boyutları bireyler arasındaki mesafeyi ve iletişim bozukluklarını arttırmıştır. Sonuçta insanlığın saldırganlığı türler arası boyuta taşıdığı gözlenmiştir.
G. Bataille, insanın yaratıcı, meraklı araştırmacı ve çeşitli yöntemlerle sınırlarını sürekli zorlayan bir yaratık olduğunun altını çizmiştir. Alet kullanan insan, hayvanı doğanın sürekliliğini, bilgisine hizmet edebilecek ve yönetilebilecek nesnelere ayırır. Burada ilk şiddet olgusu görülmektedir. Bu şiddet, yaratıcı bir şiddettir. İnsan süreklilikten, dolaysızlıktan ve giderek doğadan kopar, kuralların hiçe sayıldığı bir aşırılıklar dünyasına girer.
Şiddetin Psikolojisi
Şiddet ve saldırganlık değişik yaklaşımlarla irdelenmişlerdir. Bunların bir bölümü genel psikolojiden yola çıkarak saldırganlığı ve nedenlerini, incelemiş ve saldırgan davranışların incelenmesiyle oluşan kuramlar önermişlerdir. Bir grup araştırmacı şiddet yanlısı veya saldırgan kişilikleri birer klinik olgu olarak görmektedir. Bazı uzmanlar ise saldırganlığa dayanan ilişkileri toplumsal etkileşim olarak algılarlar.
Çalışmalar belirli unsurlarla saldırgan davranışlar arasındaki ilişkinin kurallarını araştırır. Araştırmalar genel olarak deneysel ve istatistikseldir.
Davranışçı (behaviorist) ya da yeni davranışçı (neo behaviorist) türden mekanik kuramlar kızgınlık ve saldırganlık tepkilerine yol açan etkilerden söz ederler.
Hareket olanaklarından, yiyecekten veya içecekten yoksun bırakılan, genel anlamda kısıtlamalarla karşı karşıya kalan çocuklarda hiddet belirtileri görülür. Aşırı sıcaklığın, gürültünün ve nemin saldırganlığa etkileri deneylerle saptanmıştır. Büyük yerleşim merkezlerinde ve kalabalık semtlerde ara sıra yaşanan (gürültücülere karşı ölümcül öfke buhranları gibi) yaz faciaları genellikle böyle nedenlere dayanır.
Başka bir açıdan bakarak yapılan araştırmalar, karakter ve psikoloji, bazı ani hareketlerin, keskin ve düzensiz şekillerin korku ve düşmanlık uyandırdıklarını göstermiştir. Son olarak saldırganlık öğreti ve koşullanmalarının son derece dirençli olduğunu ve kişiliğin bütününü kapsadıkları görülmektedir.
Psikolojik kuramlardan bazıları saldırganlığın öğrenilmesinde örneklerin önemini vurgulamaktadırlar. Saldırganlık ve şiddet, duygusal yükü fazla birtakım örnekler yolu ile öğrenilir. Örneğin genç suçluların çoğu, çocukluklarını geçirdikleri aile çevrelerinde dayak veya şiddet görmüşlerdir.
Bandura'nın araştırmaları basında yayınlanan saldırgan davranış örneklerinin çocuklar üzerinde, özellikle de sorunlu çocuklar üzerinde yaptıkları etkiye dikkat çekmektedir. Saldırganlık ya taklit yoluyla, ya saldırgan içgüdülerin serbest kalmasıyla ya geçmişte oluşmuş saldırgan davranış eğilimlerinin su yüzüne çıkmasıyla ya da genel tahrik unsurunun artmasıyla oluşmaktadır.
Dinamik psikoloji açısından J. Dollard'ın bu konudaki çalışmaları önem taşımaktadır. J.Dollard'ın ana kuramı, saldırganlığın 'Bir öznenin etkilere karşı yasak tepkiler gösterme durumu' anlamında huzursuzluk karşısında gösterilen ilk ve karakteristik tepki olduğudur. Saldırganlık, huzursuzluğun tahrik gücü, tepki girişimi (interférance) derecesi ve yol açtığı tepki ile doğru orantılı olarak azalır ya da çoğalır. Başka bir deyişle, etki ne kadar güçlü olursa huzursuzluk o kadar yoğun olur ya da saldırganlık, huzursuzluğun davranış biçimlerini etkilediği oranda etkili olur. Şiddet, doğrudan doğruya huzursuzluğun kaynağına yönelir. O da yasaklanmışsa, dolaylı saldırganlıklar ya da öznenin kendi kendine karşı giriştiği saldırganlık hareketleri görülmeye başlar. Sonuç olarak saldırganlık, huzursuzluğun boşalma ve patlama şekli olarak kabul edilebilir. Şiddet ve türevlerinin psikolojisi büyük ölçüde Selye'nin gerilim ve sonuçları hakkındaki görüşlerine dayanır.
Bu savlar, deneysel yollarla kanıtlanmışlardır. Örneğin bebeklerin yoksun bırakıldıkları süt miktarı ile kızgınlık derecelerinin oranları ölçülmüştür. Buradan çıkarılabilecek yorumlar, J. Dollard ve yardımcıları tarafından, toplumsal yaşamın çeşitli yönlerini kapsayacak şekilde geliştirilmişlerdir. Eğitim olanaklarına veya ekonomik ya da cinsel olanaklara ulaşamamanın, bu olanaklardan yoksun kalmanın yarattığı huzursuzluklar günümüz toplumlarında yaşanan saldırganlıkların bir boyutunu açıklayabilmektedirler.
Klinik araştırmalar, saldırgan kişiliklerin oluşmasında etkin olan sarsıcı (travmatik) unsurları, huzursuzlukların rolünü, parçalanmış ailelerin ve aile bunalımlarının önemini, kişilik bölünmesi ve paranoya kişilik oluşma süreçlerinin yerini vurgulamaktadırlar. Bu alanda Dicks'in Nazi Almanya'sı yenilgisinden sonra savaş suçlularının kişilikleri üzerinde yaptığı incelemeler, Fromm ve Bettelheim'in toplama kamplarında durumun, mağduriyetin ve saldırganlığa karşı direnişin ruh durumları konularındaki araştırmaları çok önem taşımaktadır. Psikanaliz, nefret, mazoşizm, sadizm, paranoyak veya içekapanık (şizoid) kişilik yapıları gibi kavramların derinlemesine incelenmesine olanak sağlanmış ve klinik açıklamaların kavramsal temellerinin yenilenebilmelerinde bu çalışmaların katkılarından yararlanmışlardır.
İstatistiksel araştırmalar ise insanın kendine karşı uyguladığı ve intihara kadar ulaşabilen saldırganlık ile başkalarına karşı uyguladığı saldırganlık arasında, sanki aynı saldırganlık, yerine göre öznenin kendisine, yerine göre de dış dünyasına karşı uygulanmıyormuşçasına bir bağ olduğunu ortaya koymuşlardır. Aşk cinayetleri ve buna benzer bazı suç türleri, narsistik tipler için intiharla özdeştir. Sadece kurban değişmekte, öznenin kendisi değil de bir başkası olmaktadır. Durkheim'in büyük araştırması başta olmak üzere, intihar hakkında yapılan sosyolojik çalışmalar, kişinin kendine ve başkasına doğru yönlendirdiği saldırganlığın dönüştüğü konusunda benzer sonuçlara ulaşmışlardır.
Bilimin bu dalı da saldırganlığı ev şiddeti ve buna bağlı etkileşimsel durumlar bağlamında incelemektedir. Her ne kadar hiçbir yaklaşım şiddetin ve saldırganlığın belirli durumlarda oluştuğunu, saldırgan ve kurban olarak nitelediğimiz tarafları karşı karşıya getirdiğini, bunların saldırı ve şiddet olaylarında oynadıkları "kurban ve saldırgan" rolleri ile birbirlerini karşılıklı olarak koşullandırdıklarını göz ardı etmemesi gerekir. Bazı ilginç deneyler, olayların ve grupsal ile erksel etkenlerin özde toplumsal boyutları üzerinde yoğunlaşmışlardır.
Fromm tarafından açıklanan Zimbardo deneyleri, cezaevi yaşamını incelemeyi amaçlayan bir çalışma sırasında normlar denekleri rastgele iki gruba ayırmış, bir grup gardiyanlık görevini üstlenirken, diğer grup da hükümlü rolü oynamıştı. "Gardiyanlar", rollerini son derece ciddiye almışlar, hatta bir süre sonra gerçek birer gardiyan gibi davranmaya başlamışlardı. Mahkumlar ise tutuklanış biçimleri durumlarını anlamalarına fırsat vermiyordu. Seçildikten sonra gerçek polisler tarafından gerçekten tutuklanmışlardı, genel bir bunalım ve mazoşizm aşaması geçirmişlerdi. Hemen hepsinde durumlarının belirsizliğinden kaynaklanan ve suçlulara özgü bir isteksizlik meydana gelmişti.
Bu deney, ahlaksal yönü tartışılabilir ise de sonuçları açısından önemlidir. Hem toplum içinde yüklenilen rollerin gücüne işaret etmekte hem de yurtlarından sürülmüş, kamplarda toplanmış kitleler üzerinde sürdürülen çalışmaların sonuçlarını doğrulamaktadır. Kişilik tek başına belirleyici değildir. Durumun yapısına göre, kurbanların davranışları özellikle de gerçekten suçsuz iseler büsbütün zavallılaşmakta, gardiyanların saldırgan tutumları ise katlanma eğilimi göstermektedir.
Milgram'ın ünlü deneyleri de, daha radikal olmakla birlikte aynı doğrultudadırlar. Milgram deneklerini, bir bellek deneyi yapma bahanesiyle toplamıştı. Deneyler bir bilim adamının gözetiminde yapılıyordu. Deneklerin, kobay olarak belirlenmiş başka deneklerin öğrenme yeteneklerini sınamaları gerekiyordu. Hata gördükleri taktirde, ceza olarak, 15 volttan 300 volta kadar giderek artan şiddetlerde elektrik akımı verme yetkileri vardı. Gerçekte ise bu bir düzendi. Elektrik akımı verilmiyordu. Kobaylar denekler tarafından görülemeyecekleri biçimde yerleştirilmişlerdi ve sözde elektrik akımı verildiğinde, bir ses düzeninden daha önce kaydedilmiş gerçek çığlıklar, denekler tarafından atılıyormuş gibi yükseliyordu. Alınan sonuçlar şaşkınlık vericiydiler. İlk çarpıcı nokta, ceza verme yetkisi ile donanan deneklerin hiçbirinin itiraz etmemesi oldu. Bunlar "işe" başlamadan önce, acı verici ve tehlikeli olabilecek derecede ceza aşamalarında duracaklarını belirtmişken, hepsi de tehlikeli sınırı aşmış, hatta yüzde 60'ı deneyi sonuna kadar sürdürmüştü. Yüzlerini gergin ve üzgün ifadeler kaplamış ve kendilerini bilime hizmet ediyor olmakla savunmaya çalışmışlar fakat gerçek şu ki, karşılarındaki insanlara elektrik vermekten çekinmemişlerdir.
Bu deneyler göstermektedir ki her şeyden önce insanlar kendi itaatkarlık ve saldırganlıklarını çok kötü değerlendirmektedirler. Akım gücü tehlikeli düzeylere erişince duracaklarını söyleyenler, deney sırasında hiç de öyle davranmamışlardır. Başka bir deyişle insanlar, özerkliklerine aşırı güven duymaktadırlar. Söz konusu şiddet olunca, hiç kimse sınırlarını bilememektedir. Bu deneyden alınması gereken bir başka ders ise, denekler içinde çok yüksek oranda kişilerin, yetkililere körü körüne itaat ettiği, giderek yüklendiği görevi iyi yapmak ve aldığı ücreti hak etmekten başka bir şey düşünmediği gerçeğidir. Kendisine itaat edilen kişinin "yetkili" olmasının önemini iyice vurgulayabilmek için, deneklerin, bilimi temsil eden bir üniversite öğretim üyesi tarafından değil de herhangi birisi tarafından verildiğinde, ilk inlemeleri duyar duymaz deneyden vazgeçtikleri de dikkati çeken bir gözlemdir. Milgram deneylerinden alınacak en çarpıcı ders, sadizmle uzaktan yakından ilgileri bulunmayan, belirgin sapma özellikleri göstermeyen kişilerin bile, itaat ve yetkililere boyun eğme ilkeleri uğruna birer işkenceciye dönüşebilmeleridir. 20.yüzyılda yaşanan toplama kampları olgusu hakkında yapılan araştırmalar ve başvurulan tanıklıklar, yetkililere itaatin ulaşabileceği korkunç boyutların daha iyi anlaşılabilmesini sağlamıştır. H. Arendt'in, Nazi Almanya'sındaki Yahudi sorununa bulunan "kesin çözüm"ün başta gelen örgütleyicilerinden Eichmann gibi korkunç, bir o kadar da sıradan kişilikler hakkında kullandığı deyimi anımsatarak sorunun "kötülüğün olağanlığı" olduğunu ve duruma göre herkesin bir cellada dönüşebileceği söylemek yanlış olmamaktadır.
Kadına Yönelik Şiddet
Kadına karşı şiddet dünyada her ülkede karşılaşılan bir olgudur. Adli Tıp, kadına yönelik şiddet olgularında durumu saptama fonksiyonu görmesi açısından çok önemli bir işleve sahiptir. Dünyada her üç kadından birinin dövülmüş, cinsel ilişkiye zorlanmış ya da başka şekilde istismar edildiği yapılan araştırmalardan ortaya çıkmaktadır.
Şiddetin yıkıcı etkileri kadının fiziksel ve ruhsal sağlığının başka yönlerini olduğu kadar üreme sağlığı üzerinde de kendini gösterebilir. Yaralanmalara neden olmasının dışında şiddet, kadının uzun dönemde, kronik ağrı, fiziksel yetersizlik, narkotik ilaç ve alkol kötüye kullanımı ve depresyon gibi bir dizi başka sağlık problemi yaşama riskini arttırır. Fiziksel ve cinsel istismar geçmişi olan kadınlar da planlanmamış hamilelik, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar ve hamileliğin ters sonuçları için artan bir risk altındadırlar.
Kadınlara ve kızlara karşı şiddet fiziksel cinsel, psikolojik ve ekonomik istismarı içerir. Bu çoğunlukla "cinsiyete dayalı" şiddet olarak bilinir; çünkü bu kavram kısmen kadının toplumdaki edilgen statüsünden ortaya çıkmıştır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonomik bağımsızlığını kazanamayan kadınlarda bu tip olguların sıklıkla yaşandığı görülmektedir. Pek çok kültürde, kadına karşı şiddeti haklı gösteren ve dolayısıyla da daimi hale getiren inançlar, normlar ve sosyal kurumlar vardır. Bir patrona, komşuya ya da tanıdığa yönelttiğinde cezalandırılabilecek aynı davranışlar erkekler tarafından kadınlara, özellikle de aile içinde kadına yönelik olarak uygulandığında çoğunlukla karşılıksız kalmaktadır.
Kadına karşı şiddetin en yaygın görülen şeklinden ikisi çocuklukta, ilk gençlikte ya da yetişkinlikte olsun erkek partnerler tarafından fiziksel istismar ve cinsel ilişkiye zorlamadır. Partnerin istismarını aile içi şiddet, eşin dövülmesi ve hırpalanması olarak da bilinir neredeyse her zaman psikolojik istismar ve olguların dörtte biri ile yarısı arasında da cinsel ilişkiye zorlama izler. Partnerleri tarafından istismar edilen kadınların büyük çoğunluğu bu duruma pek çok kez maruz kalmıştır. Gerçekten de, istismarın yaşandığı ilişkiye çoğunlukla bir terör atmosferi hakimdir.
Eş istismarı, "Yetişkin bir kişinin, yakın ilişkide olduğu diğer bir yetişkin tarafından, fiziksel ya da duygusal sorunlara yol açacak şekilde saldırıya uğraması ya da baskı altında tutulması" olarak tanımlanabilir. Amerika'da yapılan bir araştırmaya göre, acil servise başvuran kadınların %17'si birlikte oldukları erkek tarafından dayak yedikleri ve yaralandıkları için buraya gelmek zorunda kalmışlardır.
Bu tür saldırganların açıklanmasında üç farklı model geliştirilmiştir:
a. Kişiler arası şiddet modeli: Bu modele göre insanlar, anlaşmazlıklarını konuşarak çözme yeteneğinden yoksun oldukları için şiddete yönelmektedirler.
b. Aile şiddeti modeli: Evde ve okulda disiplini sağlamak üzere şiddet kullanımına tanık olan çocuk, yetişkinliğinde bunu sorun çözmede doğal bir seçenek olarak görmektedir. Toplumun da şiddeti bir sorun çözme yöntemi olarak benimsemesinin bunda önemli rol oynadığı düşünülmektedir.
c. Cinsellik politika modeli: Bu modele göre erkekler, kadınlar üzerindeki haklarının tehdit altında olduğunu düşündüklerinde ya da kadınların evdeki sorumluluklarını yerine getirmemeleri durumunda şiddete başvurmaktadırlar.
Araştırma sonuçlarına göre "Eş İstismarı" en çok işsiz ya da çalışan yoksul sınıf içinde görülmektedir. 21 yaşından küçükler ve 60 yaşın üzerindekiler ile hamileler, kadınlar en çok istismar edilenlerdir. Bu olayların oluşmasında en güçlü uyarıcıların, erkeğin alkol bağımlılığı ile kadın ve erkek arasındaki sosyal sınıf farkı olduğu düşünülmektedir.
Kadınlarda görülen fiziksel zararların en sık görülen nedeni "Eş İstismarı"dır. Eş istismarının kadında oluşturduğu olumsuz psikolojik etkiler, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, intihar düşünceleri ile girişimleri, çocukların fiziksel istismarı ve anksiyetedir.
Her tür şiddet olgusunda olduğu gibi; eş istismarında da bu olayların engellenebilmesi için kişiler, insanlararası ilişkiler konusunda eğitilmeli, toplum kadın erkek eşitliği konusunda bilinçlendirilmeli, kadına saygı kavramı işlenmelidir. Ayrıca dayak yemiş kadınlara sığınacak yerler ve kriz anlarında yardım sağlanmalı, danışmanlık hizmetleri verilmeli, saldırgan erkekler de tedavi görmeye teşvik edilmelidir.
Sağlık Hizmeti Sağlayanlar Nasıl Yardım Edebilir?
Şiddet olgularında tedavi edici hekimlik kadar Adli tıp hizmetinin verilmesi de önemlidir. Hatta uzun dönemde ele alındığında Adli Tıp Uzmanları daha da önem taşımaktadır. Çünkü bu tip olaya maruz kalan bir kadının daha sonraki aşamalarda kanuna başvurduğunda onun dayak yediğini,kendisine şiddet uygulandığını gösterecek temel belge olaydan hemen sonra aldığı adli tıp raporudur. İşgörmezlik raporu şiddete maruz kalan kişinin şiddetten ne denli fiziksel zarar gördüğünü, resmi olarak ispatlayan belgedir. Şiddet kurbanı olan kişilere yardım etmek için çok şeyler yapılabilir. Ancak, sağlık hizmeti verenler, konu hakkında bilgileri olmadığı, kayıtsız kaldıkları ya da yargılar şekilde yaklaştıkları için bunu yerine getirmemektedirler. Burada temel eksiklik bu konuda sağlık personelinin eğitim almamış olmasıdır. Sağlık bakımı sistemlerinden alınacak eğitim ve destek ile, bu uzmanlar istismar edilmiş kızların ve kadınların fiziksel, duygusal ve güvenlik ihtiyaçlarına cevap vermek için daha fazla şeyler yapabilirler.
İlk olarak, sağlık hizmeti verenler kadınlara yaşadıkları şiddet hakkında, yararlı bulacakları şekilde, nasıl soru soracaklarını öğrenebilirler. Kadınlarla empati kurabilir ve onlara destek sağlayabilirler. Tıbbi tedavi sağlayabilir, psikolojik danışmanlık yapabilir, yaralanmaları belgelerle ispat edebilir ve söz konusu kişileri yasal yardım ve destek hizmetlerine yönlendirebilirler.
Söz konusu hizmeti verenler şiddetin kabul edilemez olduğu ve hiçbir kadının dövülmeyi, cinsel istismara uğramayı, ya da duygusal olarak örselenmeyi hak etmediği konusunda güvenlerini tazelerler.
Fiziksel ve cinsel şiddeti sona erdirmek uzun dönemli bir çaba ve toplumun bütün katmanlarını işin içine katan stratejiler gerektirir. Pek çok ülke, kadınlara karşı şiddeti ortadan kaldırmak için kadının yasal haklarını teminat altına alan yasalar çıkararak ve istismarcıları cezalandırarak büyük bir kararlılık sergilemiştir. Ayrıca, yaşanılan bölgeyi temel alan stratejiler de kadınlara yetki verme, erkeklere ulaşma ve istismarcı davranışlara dayanak oluşturan inanç ve tutumları değiştirme üzerinde odaklanabilir. Kadınlar ancak toplumun eşit statüdeki üyeleri olarak yerlerini kazandıklarında, kadına karşı şiddet artık geçerli bir norm olmaktan çıkıp tepki duyulması gereken bir boyut kazanacaktır.
Kadına karşı şiddet, dünyada çok yaygın olan, fakat en az bilinen bir insan hakları istismarıdır. Bu aynı zamanda, kadının enerjisini tüketen, fiziksel sağlığını tehlikeye atan ve özsaygısını kemiren bir sağlık problemidir. Bir patrona, komşuya ya da tanıdığa yönelttiğinde cezalandırılabilecek aynı davranışlar erkekler tarafından kadınlara, özellikle de aile içinde, yönelik olarak uygulandığında çoğunlukla karşılıksız kalmaktadır. Yirmi yıldan fazladır, dünyanın her yerinde bütün kadın hakları savunucusu gruplar kadınların fiziksel, psikolojik ve cinsel istismarına daha çok dikkat çekmek için çalışmakta ve harekete geçilmesi ihtiyacının altını çizmektedir. Bunlar istismara maruz kalmış kadınlara barınak sağlamış, yasal reformlar için çalışmalar yapmış ve kadına karşı şiddeti destekleyen pek çok tutum ve inançla mücadele etmişlerdir.
Bu çabalardan gittikçe daha fazla sonuç alınmaktadır. Bugün, uluslararası kurumlar cinsiyete dayalı şiddete karşı seslerini yükseltmişlerdir. Araştırmalar istismarın niteliği ve boyutları hakkında daha çok bilgi ortaya koymaktadırlar. Daha çok sayıda kurum, hizmet sağlayıcısı ve politikacı kadına karşı şiddetin kadının sağlığı ve toplum açısından ciddi sonuçları olduğunu kabul etmektedir.
"Kadına karşı şiddet" terimi kadınlara ve kızlara cinsiyetleri nedeniyle yönlendirilen zarar verici çok çeşitli davranış anlamına gelmektedir. 1993 de Birleşmiş Milletler Genel Meclis kadına karşı şiddetin ortadan kaldırılması hakkındaki beyannameyi kabul edince, Birleşmiş Milletler bu tip şiddetin ilk resmi tanımını yaptı. Beyannamenin 1. maddesine göre, kadına karşı şiddet şunları içine almaktadır:
Kadına fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar ile sonuçlanan ya da bu ihtimalin mevcut olduğu, ister özel isterse sosyal yaşamda olsun söz konusu hareketlere ilişkin tehditler, zorla ya da keyfi olarak özgürlük mahrumiyeti de dahil olmak üzere cinsiyete dayalı her türlü şiddet hareketini kapsamaktadır.
Bu sözleşmede de belirtildiği üzere, nerede ve nasıl meydana geldiklerine bakılmaksızın kadınların ve kızların istismarı en iyi "cinsiyet" çerçevesinde anlamını bulmaktadır; çünkü bu durum kısmen kadının ve kızların toplumdaki edilgen statüsünden kaynaklanmaktadır. Birleşmiş Milletler Beyannamesinin 2. Maddesi, kadına karşı şiddetin tanımının aile ve toplumdaki psikolojik, cinsel ve psikolojik şiddet hareketlerini içine almasını, fakat onlarla sınırlı kalmaması gerektiğine açıklık getirir. Bu hareketler arasında eşin hırpalanması, kız çocukların cinsel istismarı, çeyiz konusuna ilişkin şiddet, evli çiftlerdeki de dahil olmak üzere tecavüz ve genital mutilasyon gibi kadına zarar veren geleneksel uygulamalar yer alır. Eşin dışındaki bir kimsenin uyguladığı şiddet, evde ve okuldaki cinsel taciz ve gözdağı verme, kadınları karanlık işlerde kullanma, fahişeliğe zorlama ve savaş sırasındaki tecavüzler gibi devlet tarafından icra edilen ya da göz yumulan şiddet yine bu hareketler arasındadır.
Temel şiddet olguları içinde çocuk veya adolesan dönemde ilişkiye zorlama ve şiddet uygulama gelmektedir. Bunlar bütün dünyadaki kadınların ve kızların hayatlarındaki en yaygın istismar tiplerini yansıtmaktadır. Diğer istismar şekilleri kadın satışı ve savaş sırasındaki tecavüzler, kız çocuklarını öldürme de ayrıca önemlidir.
Kadına karşı şiddet genel anlamdaki kişiler arası şiddetten farklıdır. Örneğin, erkeğe karşı şiddetin nitelikleri ve görüntüleri kadına karşı olandan tipik olarak farklılık gösterir. Erkeklerin bir yabancı ya da herhangi bir tanıdık tarafından mağdur edilme olasılığı kadınlardan daha fazladır. Kadınlar ise bir aile bireyi ya da partner tarafından mağdur edilme olasılığı ile erkeklerden daha fazla karşı karşıyadırlar. Kadınların çoğunlukla kendilerini istismar edenlere duygusal ve finansal olarak bağlı oldukları gerçeği kadınların yaşadığı şiddetin nitelikleri ve nasıl en iyi şekilde müdahalede bulunulacağı konusunda oldukça aydınlatıcı olacaktır.
Bütün dünyada, kadına karşı şiddetin en yaygın görülen şekillerinden biri eşleri ya da diğer erkek partnerlerin uyguladığı istismardır. Partnerin istismarı bütün ülkelerde ve tüm sosyal, ekonomik, dini ve kültür gruplarında karşılaşılan bir olgudur. Aslında kadınlar da şiddet uygulayabilir ve istismar bazı aynı cins ilişkilerinde de geçerlidir; fakat, partner istismarının büyük bir çoğunluğu erkekler tarafından kadın partnerlerine karşı uygulanmaktadır.
Partnerlerin uyguladığı istismar hakkında yapılan araştırmaların daha ilk evrelerinde olmasına rağmen nitelikleri ve nedensel faktörleri üzerindeki anlaşma her geçen gün artmaktadır. Genellikle "eşin dövülmesi", "hırpalanması" ya da "aile içi şiddet" adları ile anılan partnerlerin uyguladığı istismar tek başına bir fiziksel agresyon hareketi değil, genellikle bir istismar ve kontrol örüntüsünün bir parçasıdır. Partner istismarı şunları içine alan pek çok şekil alabilir: Vurma, tokatlama, tekme atma gibi fiziksel saldırı; devamlı küçümseme, gözünü korkutma ve hakaret etme gibi psikolojik istismar; ve zorla cinsel ilişki. İstismarın bu şekli çoğunlukla kadını arkadaşlarından ve ailesinden ayırma, hareketlerini takip etme ve kaynaklara erişimini kısıtlama gibi kontrol etmeye yönelik davranışları da içine alır.
Uluslararası Gelişmeler
1990'larda kadına karşı şiddet uluslararası bir odak noktası olarak ortaya çıkmıştır.
1993'te BM genel Meclisi Kadına Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılması Beyanname'sini, BM önergesi 48/104 (444), kabul etmiştir.
Hem Kahire'de 1994'te yapılan Uluslararası Nüfus ve Gelişim Kongresi hem de Beijing'teki 1995'teki Dördüncü Dünya Kadın Konferansı'ında, dünyanın her yerinden kadın organizasyonları cinsiyete dayalı şiddeti sona erdirmenin öncelikle ele alınması gereğini savunmuştur.
Kahire Hareket Programı cinsiyete dayalı şiddetin kadının reprodüktif üreme ve cinsel sağlığı ve haklarının karşısında duran bir engel olduğunu kabul etmiştir. Beijing Beyannamesi ve Hareket Platformu kadına karşı şiddet konusu üzerine bir bölüm ayırmıştır.
Mart 1994'te İnsan Hakları Komisyon'u Kadına Karşı Şiddet üzerine ilk Özel Raportör'ünü kadının insan haklarının istismarını araştırmakla görevlendirmiştir .
Bin dokuz yüz doksan dört yılında Amerikan Eyalet Organizasyonları (OAS) kadına Karşı Şiddeti Önleme, Cezalandırma ve Ortadan kaldırma İnter Amerikan Mukavelesi'ni müzakere etmiştir. Sözleşmeyi 1998 itibariyle 27 Latin Amerika ülkesi kabul etmiştir.
Mayıs 1996'da 49. Dünya Sağlık Birleşimi şiddete bir halk sağlığı önceliği ilan eden bir önerge (WHA49.25) kabul etmiştir. Sağlık ve Cinsiyet Adaleti Merkezi (CHANGE) ve Londra Hijyen ve Tropik Tıp Okulu ile birlikte Dünya Sağlık Örgütü (WHO) kadın sağlığı ve aile içi şiddet üzerine, birçok ülkede gerçekleşen bir çalışmanın sponsorluğunu yapmaktadır.
Eylül 1998'de İnterAmerikan Gelişim Bankası (IDB) 37 ülkeden 400 uzmanı bir araya getirerek aile içi şiddetin nedenleri ve maliyeti ve bu tür şiddetin ortadan kaldırılması için geliştirilecek politika ve programları tartışacakları bir platform oluşturmuştur. IDB şu mevcut durumda altı Latin Amerika ülkesinde kadına karşı şiddet üzerine araştırma ve demonstrasyon projelerini finanse etmektedir.
UNIFEM, 1998 yılında Afrika, Asya / Pasifik ve Latin Amerika'da kadına karşı şiddet konusuna global olarak dikkat çekmek için, bölgesel kampanyalar gerçekleştirmektedir. UNIFEM, aynı zamanda, 1996 yılından beri, dünya çapındaki 71 projeye 3.3 milyon US$ harcama yapan bir girişim olan Kadına Karşı Şiddeti Önleme Hareketlerini Destekleyen Emniyet Fonu'nu da yönetmektedir.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu 1999 yılında, kadına karşı şiddeti "bir halk sağlığı önceliği" olarak ilan etmiştir.
Problemin Boyutları
Bütün dünyada yapılan araştırmada, kadınların %10'u ile %50'si hayatlarının herhangi bir evresinde bir erkek partner tarafından kendilerine vurulduğunu ya da başka şekilde fiziksel olarak zarar verildiğini bildirmiştir. Partnerin uyguladığı şiddet üzerine araştırmalar daha yeni olduğundan partner tarafından uygulanan psikolojik ve cinsel istismar hakkındaki karşılaştırma yapılabilecek araştırmalar çok azdır. İlişkideki fiziksel şiddeti neredeyse daima psikolojik istismar ve olguların üçte biri ile yarısı arasında da cinsel istismar takip eder. Örneğin, Japonya'daki 613 istismar yaşamış kadından %57'si üç tip istismarın fiziksel, psikolojik ve cinsel hepsine maruz kalmıştır. Sadece %8 oranındaki kadınlar yalnızca fiziksel istismara uğramıştır. Meksika, Monterrey'de fiziksel istismara uğramış kadınların %52'si aynı zamanda cinsel olarak da istismar edilmişlerdir. Nikaragua, Leon'da fiziksel olarak istismar görmüş 188 kadından sadece 5'i aynı zamanda cinsel, psikolojik ya da her ikisine de maruz kalmamıştı.
Herhangi bir fiziksel agresyona maruz kalan çoğu kadın bu durumu zaman içinde genellikle birçok kez yaşar. Örneğin, Leon çalışmasında önceki yıl istismar yaşamış kadınların %60'ı bu durumu birden fazla kez ve %20'si altı kezden daha fazla ciddi boyutlarda yaşamıştı. Her ne şekilde olursa olsun fiziksel istismar yaşadığını bildiren kadınlardan %70'i şiddetli istismara maruz kaldıklarını söylemiştir. Londra'daki araştırmada yer alan mevcut durumda istismar yaşamış olan kadınlar arasındaki kadınların önceki yıl maruz kaldıkları fiziksel saldırıların ortalama sayısı yedidir. Bu sayı, A.B.D.' deki araştırmada yer alan aynı durumdaki kadınlar için üçtür.
Partnerin uyguladığı şiddete ilişkin araştırmalarda, kadınlara genellikle tokat atılıp atılmadığı, üzerlerine hü***** edilip edilmediği, yumruklanıp yumruklanmadıkları, dövülüp dövülmedikleri ya da silahla tehdit edilip edilmedikleri sorulmaktadır. Örneğin, "Partneriniz sizi hiç isteğiniz dışında, cinsel ilişki için fiziksel olarak zorladı mı?" gibi davranışlara ilişkin sorular sormak kadınlara "istismara" maruz kalıp kalmadıkları ya da "tecavüze" uğrayıp uğramadıkları gibi sorular yöneltmekten daha kesin cevapların alınmasını sağlar. Araştırmalarda genelde tokat vurma, itme ya da bir şeyler fırlatmadan daha şiddetli fiziksel hareketler "ciddi boyutlardaki şiddet" olarak tanımlanır.
Şiddet hareketlerinin incelemesini yapmak, istismarın yaşandığı ilişkilere nüfuz etmiş olan terör atmosferini ortaya koymakla eşdeğer değildir. Örneğin, 1993'te Kanada'da yapılan ulusal şiddet araştırmasındaki partneri tarafından fiziksel saldırıya uğramış kadınlardan üçte biri ilişkinin bir yerinde hayatlarından endişe ettiklerini söylemişlerdir. Kadınlar, çoğunlukla psikolojik istismarın ve haysiyetin kırılmasının dayanılmasının fiziksel istismardan çok daha güç olduğunu bildirmişlerdir.
Birçok kültürde erkeklerin eşlerinin davranışlarını kontrol etmeye hakları olduğunu ve buna karşı çıkan kadınların hatta bunu evi geçindirme parası isteyerek ve çocukların ihtiyaçlarını ifade ederek yapmış olsa bile cezalandırılabileceğine inanılır. Bangladeş, Kamboçya, Hindistan, Meksika, Nijerya, Pakistan, Papua Yeni Gine, Tanzanya ve Zimbabve gibi ülkelerde yapılan çalışmalar sıklıkla şiddetin döverek cezalandırma kocanın hata yapan eşin bunu cezalandırması hakkı olarak görüldüğünü ortaya koymuştur .
Şiddetin mazur görülmesi çoğunlukla cinsiyet normlarından kadınlar ve erkeklerin uygun rol davranışları ve sorumlulukları hakkındaki sosyal normlardan kaynaklanmaktadır. Tipik olarak, erkeklere, evin geçimini sağladıkları sürece, serbestçe hüküm sürme olanağı verilir. Kadınların eve yönelmeleri ve çocuklara bakmaları ve eşlerine itaat etmeleri ve saygı göstermeleri beklenir. Eğer, bir erkek eşinin rolüne uygun olarak davranmadığını, sınırlarının ötesine geçtiğini, haklarını savunduğunu anlarsa buna şiddetle karşılık verebilir.
Bütün dünyada yapılan çalışmalar şiddeti "tetiklediği" söylenen bir olaylar listesi belirlemiştir: kocasına itaat etmemek, kocası kendisine kızdığında cevap vermek, yemeği zamanında hazırlamamak, çocukla ya da evle yeterince ilgilenmemiş olmak, kocasına para ya da kız arkadaşlar konusunda sorular sormak, kocasından izin almadan bir yere gitmek, cinsel ilişkiyi reddetmek ya da sadakatından şüphe. Bütün bunlar cinsiyet normlarını çiğnemek anlamına gelmektedir.
Pek çok gelişmekte olan ülkede, kadınlar, erkeklerin eşlerini güç kullanarak disipline etmeye hakları olduğu konusunda birleşmektedir. Örneğin, Mısır'da kırsal kesimden kadınların en az %80'i kadına karşı dayağın bazı durumlar çerçevesinde mazur görüldüğünü söylemektedir. Bu durumlardan en çok vurgulananı cinsel ilişki isteğinin reddedilmesidir. Kadınlar eşlerinden dayak yeme nedenlerinden biri olarak çoğunlukla bu durumu belirtmişlerdir.
Toplumlar çoğunlukla şiddetin haklı ya da haksız nedenleri arasında olduğu gibi agresyonun kabul edilebilir ve kabul edilemez miktarları arasında da ayırım yapmaktadırlar. "Haklı neden" kavramı pek çok ülkedeki şiddet üzerine bulgulara nüfuz etmiştir. Belli kişiler, genellikle kocalar ve büyükler kadını belli ihlaller için fiziksel olarak cezalandırabilmektedirler; fakat bu sadece belli limitler içinde olmaktadır. Eğer bir erkek şiddet uygulayarak ya da "haklı" bir neden olmadan eşini döverek bu limitleri aşarsa başkalarının buna müdahale etme hakkı vardır. Meksika'daki bir kadının söylediği gibi, "Eğer yanlış bir şey yapmışsam..., kimse beni savunmamalı. Fakat, yanlış bir şey yapmamışsam savunulmaya hakkım vardır" .
Kültürün kendisi erkeğe, kadının davranışı üzerinde önemli bir kontrol hakkı verirse, istismarcı erkekler genellikle normların ötesine geçerler. Örneğin, Nikaragua'daki Demografik ve Sağlık içerikli araştırmanın verileri göstermektedir ki fiziksel olarak istismar edilmiş kadınlardan %32'sinin eşleri, evlilikte kontrol ölçeğinde, bu muameleye maruz kalmamış %2 oranındaki kadının eşlerinden daha yüksek puan almıştır. Çalışmada kullanılan bu ölçekte kocanın eşini devamlı olarak sadakatsizlikle suçlaması ve ailesiyle ve arkadaşlarıyla görüşmesini kısıtlaması gibi davranışlar yer almaktaydı.
İstismar edilen çoğu kadın pasif kurbanlar durumunda değildir; kendilerinin ve çocuklarının güvenliğini maksimum düzeye çıkarmak için aktif stratejiler kullanır. Bazı kadınlar direnç gösterir, kimisi evden kaçar, kimisi de eşlerinin taleplerine teslim olarak huzur ortamını korumaya çalışır. Dışarıdan bakan birine şiddetle yaşamaya karşı herhangi bir tepkinin olmaması gibi görünen bir durum, aslında kadın için evlilikte hayatta kalması ve kendisini ve çocuklarını korumak için yaşaması gerekenlerin stratejik bir ölçümü demek olabilir.
Kadınların istismar karşısındaki tepkileri çoğunlukla mevcut seçeneklerle sınırlıdır. Kadınlar istismarın yer aldığı ilişkilerini hala devam ettirmelerine ilişkin olarak devamlı benzer nedenleri gündeme getirmektedirler: Kendilerine yapılana karşı ceza verme korkusu, başka ekonomik kaynak olmayışı, çocuklar için endişelenme, duygusal bağımlılık, aile ve arkadaşların desteğinin bulunmayışı, sabırla değişeceğini ümit etmek. Gelişmekte olan ülkelerdeki kadınlar, kendilerini yıkıcı evlilikleri devam ettirmelerine iten başka bir engel olarak boşanmış olmanın kabul gören bir şey olmadığını belirtmektedirler.
Reddedilme ve toplumun lekelemesi korkusu da kadının yardım talep etmesini önler. Örnek vermek gerekirse, araştırmalar, istismara uğramış kadınların %50'si görüşme sırasında anlattıklarının dışında yaşadıkları istismardan daha önce hiç kimseye söz etmediklerini dile getirmişlerdir bu konuda konuşanlar ise aile bireyleri ve arkadaşlarına açıklamada bulunanlardır. Polise gidenler ancak birkaç kişidir. Bütün bu engellere rağmen, çoğu kadınlar eninde sonunda partnerlerinden ayrılırlar; hatta bunu yıllar sonra bile ve çocukları yetişmiş olsa bile yaparlar. Kadının yaşı düştükçe partnerden ayrılma daha erken gerçekleşir.
İstismarın mevcut olduğu bir ilişkiye son vermek bir süreç meselesidir. Bu çoğunlukla kadınlar istismarı bir patern olarak kabul etmesinden ve kendi durumlarındaki başka kadınlarla özdeşleşmesinden önce inkar, kendini suçlama ve tahammül dönemlerini içerir. Bu, söz konusu partnerle ilgiyi kesme ve kendine gelme dönemidir. Çoğu kadın temelli ayrılmadan önce, partnerlerinden birçok kez ayrılır ve tekrar geri döner. Ne yazık ki ayrılmış olmak kadının güvenliğini garantisi anlamına gelmez. Şiddet, bazen kadının ayrılmasından sonra da devam eder ve hatta daha büyük boyutlara ulaşabilir. Gerçekten de, kadının hemen ayrıldıktan sonra cinayete kurban gitme riski en fazladır.
Partnerin uyguladığı istismar ne kadar yaygın görülen bir olgu ise de her ülkede karşılaşılmamaktadır. Antropologlar aile içi şiddetin neredeyse hiç yaşanmadığı Papua Yeni Gine gibi küçük toplumların varlığından söz etmektedir. Bu bulgu toplumsal ilişkilerin partnerin şiddet uygulamasını minimuma indirebilecek bir şekilde organize edilebileceği gerçeğine bir delil konumundadır. Pek çok yerde de böyle bir şiddetin uygulanıp uygulanmaması yerleşim bölgelerine göre farklılık gösterir. Bu bölgesel farklılıklar, çoğunlukla ülkeler arasındakinden fazladır. Örneğin, Hindistan, Uttar Pradeş'te eşlerini dövdüklerini söyleyen erkeklerin yüzdesi Naintal bölgesindeki %18 ile Banda'daki %45 arasında değişmektedir. Eşlerini cinsel ilişki için fiziksel olarak zorlama riski bölgeler arasında %14 ve %36 arasında farklılık göstermektedir.
Kadına yönelik şiddet bütün sosyoekonomik gruplarda meydana gelse de araştırmalara göre yoksul kesimlerde yaşayan kadınların daha yüksek ekonomik düzeydekilerden daha fazla olmak üzere şiddet görmektedir. Yine de yoksulluğun niçin şiddeti arttıran bir etken olduğu düşük gelirin kendisinin mi yoksa yoksulluğu takip eden kalabalık, ümitsizlik gibi başka nedenlerin mi etkili olduğu açık değildir. Bazı erkekler için yoksulluk içinde yaşamanın stres, früstrasyon ve kültürlerince tanımlanmış ailesine bakan kişi olarak rolünün gereklerini yerine getiremediği için bir yetersizlik hissi yaratması olasılığı yüksektir. Yoksulluk, ayrıca, evlilikteki anlaşmazlıkların nedeni de olabilir ve aynı zamanda, kadın için şiddetin yaşandığı ve doyum getirmeyen ilişkiyi bırakmayı zorlaştırabilir.
Düşük sosyoekonomik statü büyük olasılıkla, bir araya geldiklerinde kadının şiddet kurbanı olmasına yol açacak çeşitli koşulları yansıtabilir. Daha artan sayılarda olmak üzere uzmanlar, bir araya geldiklerinde istismara yol açan kişisel, duruma ilişkin ve sosyokültürel faktörlerin birbirleriyle olan ilişkilerini açıklamak için bir "ekolojik model" kullanmaktadırlar. İstismara ilişkin bir ekolojik yaklaşım hiçbir faktörün tek başına şiddete neden olmadığını, fakat, bir dizi faktörün bir araya gelip belli bir bölgedeki belli bir erkeğin şiddet uygulama riskini arttıracağını ortaya koymaktadır.
Ekolojik yaklaşıma göre, sosyal ve kültürel normlar kadının erkek üzerindeki doğal üstünlüğünü savunan kendisini çocukken bir erkeğin istismar edip etmediği gibi bire düzeyindeki faktörlerle biraraya gelerek şiddet olasılığını belirler. Risk faktörleri ne kadar fazla ise şiddetin uygulanma riski de o kadar fazladır.
Sosyal çevreye ait başka faktörler bir araya gelerek bazı kadınları korur. Örneğin, eğer kadınlar ailenin dışında otorite ve güce sahipse partneriyle olan ilişkisindeki istismar riski oranı da düşer. Aynı şekilde, aile bireylerinin hemen müdahalede bulunması da aile içi şiddet riskini azaltır.
Eşin Uyguladığı Şiddete İlişkin Bir Model
Kadına karşı şiddet altında yatan nedir? Artan sayıda araştırmacılar, istismar nedeni olan kişisel, duruma ilişkin ve sosyokültürel etkenlerin açıklanmasında "ekolojik model"'i kullanır. Bu modele göre, kadına karşı şiddet sosyal çevrenin farklı düzeylerindeki etkenlerin etkileşiminden kaynaklanmaktadır.
Bu model, en iyi, merkezleri bir olan dört daire ile gösterilebilir. En içteki daire herkesin ilişkilerdeki davranışlarına taşıdığı biyolojik ve kişisel geçmişi temsil eder. İkinci daire, çoğunlukla aile ya da diğer tanıdıkları içine alan, istismarın gerçekleştiği ortamı temsil eder. Üçüncü daire ise yaşanılan çevre, işyeri, sosyal ağlar ve arkadaş grupları gibi iletişim örüntülerini içeren hem formel hem de formel olmayan kurum ve sosyal yapıları temsil eder. Dördüncü ve en dıştaki daire kültürel normların da dahil olduğu ekonomik ve sosyal çevredir.
Çok sayıdaki çalışma bir erkeğin partnerini istismar etmesi olasılığını arttıran bu düzeylerin her birindeki bazı etkenler üzerinde hemfikirdirler:
Bireysel düzeyde, bunlar arasında, çocukken istismara maruz kalmış olmak ya da eşler arasında yaşanan şiddete şahit olmak, babanın evde olmayışı ya da kendisini kabul etmemesi ve sıkça alkol kullanılması.
Aile ve ilişkiler düzeyinde, kültürler arası çalışmalar aile içinde servetin ve karar verme yetkisinin erkeğin kontrolünde ve eşler arasındaki uyuşmazlığın istismarın kuvvetli bir göstergesi olduğunu göstermektedir.
Yaşanılan bölge düzeyinde, erkeğin şiddet göstermesini meşru kılan ve ona göz yuman erkek arkadaş grupları da işin içine katıldığında, kadının izolasyonu ve sosyal destekten yoksun olması büyük boyutlarda şiddet yaşanmasına zemin hazırlar .
Toplum düzeyinde, bütün dünyada yapılan çalışmalar kadına karşı şiddetin cinsiyet rollerinin katı bir şekilde tanımlandığı ve bunun için baskının yapıldığı ve erkekliğin sertlik, erkeklik gururu ya da egemen olma ile bağdaştırıldığı yerlerde en yaygın şekilde görüldüğünü ortaya koymuştur. İstismara zemin hazırlayan diğer kültürel normlar arasında kadınların ve çocukların fiziksel istismarına müsamaha gösterme, kişiler arası uyuşmazlıkların çözümünde şiddeti bir araç olarak kabul etme ve erkeğin kadın üzerinde bir "sahiplik" hakkı olduğunun kabul edilmesi yer almaktadır.
PARTNERİN UYGULADIĞI İSTİMARA İLİŞKİN ETKENLERİN EKOLOJİK MODELİ
Cinsel Yönden Zorlama
Cinsel yönden zorlama, tecavüz ile kızları ya da kadınları istekleri dışında seks yapmaya zorlama arasında değişen çeşitli hareketleri kapsar. Bu tip zorlamanın en önemli yanı kadını seçim hakkının olmayışı ve eğer cinsel davranışlara direnirse ciddi fiziksel ve toplumsal sonuçlarla karşı karşıya kalacak olmasıdır.
Bazı zorlama şekilleri zorla penetrasyon (tecavüz), cinsel saldırı (zorla cinsel temas) ve çocuklara cinsel saldırı pek çok hukuki sistem tarafından suç olarak kabul edilir. Diğer şekiller;gözünü korkutmak, sözle baskı ya da zorla evlendirme kültürler tarafından hoş görülmektedir ve zaman zaman da bunlara göz yumulmaktadır. Başka şekilleri de kadınları ve çocukları karanlık işlerde kullanma ve savaşta tecavüz gibi organize suçlardır.
Rıza olmadan cinsel ilişki en çok birbirini tanıyan kişiler, eşler, aile bireyleri, flört eden partnerler ya da tanıdıklar arasında gerçekleşir. Cinsel yönden zorlama bir kadının hayatının herhangi bir noktasında gerçekleşebilir. Birkaç aylık bebekler bile tecavüze ya da başka cinsel saldırıya uğramışlardır. İleri yaşlarda bile kadınların bu durumla karşı karşıya kalma riskleri vardır: Tecavüz kriz merkezleri, yetmişlerinde ve hatta daha yaşlı kadınların uğradıkları tecavüzleri bildirmişlerdir. Çocuklara ya da ilk gençlere karşı cinsel saldırıların çoğu hem endüstriyel hem de gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşmektedir. Şili, Peru, Malezya, Meksika, Panama, Papua Yeni Gine ve A.B.D'deki adalet sistemleri ve tecavüz kriz merkezlerinden edinilen bilgiye göre, bilinen cinsel saldırı kurbanlarının üçte biri ile üçte ikisi arası kurbanlar 15 yaş ve altıdır. Çocuklukta küçük kızlar zorlama ve kandırma ile cinsel saldırıda bulunan, yaşları daha büyük olan erkek akrabalar ya da arkadaşlar tarafından kolay hedefler olabilirler. Daha ilerde ise, erkek arkadaşlar, öğretmenler, akrabalar ya da kendileri üzerine otorite sahibi başka erkekler genç kadınlara cinsel saldırılarda bulunabilir.
Kadınların önemli bir azınlığı için cinsel aktivitenin başlangıcı zorlama ve korku tarafından takip edilen travmatik bir olaydır. Başka kadınlar için de, fiziksel bir zorlama olmasa da cinsel aktivite başlatılması istenmeyen bir durumdur; bu aktivite kadınlar tarafından kendilerinin seçtikleri değil de yaşamak durumunda kaldıkları, başlarına gelen bir olay olarak algılanır. Örneğin, Güney Afrika, Cape Town'ın varoşlarındaki bir antenatal klinikte yaş ortalamaları 16 olan 192 genç annenin %32'si ilk cinsel ilişkilerinin zorlanarak gerçekleştiğini belirtmiştir. Bu annelerden %72'si de herhangi bir noktada istemeden seks yapmak durumunda kaldıklarını ve %11'i de tecavüze uğradığından söz etmiştir. Bu annelerden %78'i eğer cinsel ilişkiyi reddederlerse dövüleceklerini, %39'u kendilerine gülüneceğinden korktuklarını %6'sı da arkadaşlarını kaybetmekten korktuklarını söylemişlerdir. Yüzde elli sekizlik (%58) bir kısım anne de cinsel partnerinin kendisini 10 ya da daha fazla kez dövdüğünü bildirmiştir. Aynı şekilde, Güney Afrika, doğu Cape'de genç kızların %28'inin partnerleri tarafından zorlanmalarıydı; söz konusu durum annelerin %20'si tarafından bildirildiğine göre arkadaş baskısı ile geçekleşiyordu .
Adolesan çağdaki erkekler partnerlerine karşı zorlama olduğunu kabul etmektedirler. Örneğin, Kenya'da 12 ile 14 ve 15 ile 19 yaşları arası odak grup tartışmalarında katılımcılar tarafından şunlar dile getirilmiştir: "İlk başta onları baştan çıkarıyoruz, fakat direnirlerse zorluyoruz; bağırmalarını önlemek için ilaçla uyuşturuyoruz ya da ağızlarını tıkıyoruz". Güney Afrika'daki bir odak grup tartışmasında bir genç kız şunları söylemiştir: "Cinsel ilişki için zorlamanın bir norm olduğunu düşünüyorum. Kişilerin cinsel yönden birbirlerine yaklaşım yolu bu".
Bir kadının ilk cinsel ilişkisindeki yaşı ne kadar küçükse bunun zorla gerçekleşmiş olma olasılığı o kadar büyüktür. Örneğin, Yeni Zelanda'da 14 yaşından önce cinsel ilişki yaşamış her dört kızdan biri bunun zorla ve çoğunlukla da yaşları çok daha büyük erkekler tarafından gerçekleştirildiğini söylemektedir.
Benzer şekilde, A.B.D.'de 14 yaşından önce cinsel ilişki yaşamış kızların %24'ü bunun zorla gerçekleştiğinden söz etmektedir. İlk cinsel ilişki evlilikte yaşanmış bile olsa ve özellikle de kızlara ve kadınlara seks hakkında az bilgi verilmişse travmatik olabilir. Hindistan'da yoksul bir bölgede evli kadınlar arasında yapılan evli kadınlar arasında yapılan bir çalışmanın bulgularına göre birçok kadın ilk cinsel deneyimini travmatik bulmaktadır; bunlardan sadece %18'i evlendikleri gece neler bekledikleri hakkında çok az bir fikirleri vardır. Bir kadın o gece yaşadıklarını korku verici olarak nitelendirmektedir; "Direnmeye çalıştığımda ellerimi başımın üstüne bağladı". şeklinde anlatmaktadır.
Küçük yaşlarda evlendirilen kızların durumu özellikle kötüdür. Çocuk yaşta evlendirmelerde azalma görülse de bu sayı yeterli değildir. Yine küçük yaştaki pek çok kız rızası olmadan, hem de kendilerinden yaşça çok büyük kişilerle evlendirilmektedir. Küçük yaşta cinsel ilişki, bazı kültürler tarafından desteklense de, kızlar için travmatik sonuçlar doğurabilir. Örneğin, antropolog Mary Hegland A.B.D.'de yaşayan Doğulu kadınlarla ülkelerindeki ilk cinsel deneyimlerini konusunda yaptığı mülakatta çoğu katılımcı zorla kızlık bozma olaylarının başlarından geçtiğini söylemiştir. Çoğunlukla, akrabalar kızı tutarken erkek zorla cinsel ilişkiye girmektedir. Mülakat yapılan kadınlar yaşadıklarını anlatmak için "tecavüz" ve "işkence" gibi kelimeler kullanmışlardır; fakat, Doğu'da bu olaylara tecavüz denmediğini, çünkü bunun evlilik içinde geçtiğini de eklemişlerdir.
Bütün toplumlarda, kadının özerkliğini ayaklar altına alan ve cinsiyete dayalı şiddete zemin hazırlayan kültürel kurumlar, inançlar ve uygulamalar vardır. Örneğin, çeyiz gibi bazı evlilik uygulamaları kadınları ve kızları dezavantajlı bir konuma düşürmektedir. Örneğin, bazı ülkelerde çeyizin, evliliğin beklenen bir bölümü haline geldiği görülmektedir. Erkek evliliğin öncesinde ve sonrasında, artan miktarlarda çeyiz talep etmektedir. Çeyiz talepleri taciz, tehdit ve istismara kadar gidebilir; uç noktadaki bir durum, eşin başka bir evlilik yapması ve yeni bir çeyiz alması amacıyla kadının öldürülmesi ya da intihara sürüklenmesidir .
Başka bir yerde, erkeklerden başlık parası ödenmesi beklenir. Burada amaç, gelinin ailesinin evdeki işgücü kaybını karşılamaktır. Afrika ve Asya'nın bazı bölgelerinde aynı işlem ticari bir hale getirilmiştir. Büyük miktarlardaki başlık parası erkeklere neredeyse evlenecekleri kadını "satın aldıkları" duygusunu verir. Güney Afrika'nın Doğu Cape bölgesinde yapılan bir araştırmada kadınların %82'sinin şu durumun kültürlerinde kabul edildiği söylenmektedir: Bir erkeğin lobola (başlık parası) ödemesi durumunda onun sahibi olacağı anlamına gelir. Kadınları %72'si bu durumu kabul ettiklerini belirtmişlerdir .
Söz edilen her iki evlilik geleneği de kadını istismarın yer aldığı ilişkilere savunmasız bırakmaktadır. Örneğin, Hindistan'ın bir yöresindeki yeniden para ödemek zorunda kalacakları korkusuyla kızlarının eve geri dönmesini istememektedirler. Başlık parasının uygulandığı ülkelerde ise, kızlarının eşini terk etmesi durumunda ebeveynleri damada başta ödediği parayı geri vermek zorundadır. Hindistan'daki istismara uğramış bir kadının düşünceleri şöyledir: "Çoğu zaman insanın canı her şeyi bırakıp gitmek istiyor. Fakat nereye gidebilir ki? Tek gideceği yer anne babasının evi; fakat onlarda seni devamlı geri göndermeye çalışırlar."
Kızların bekareti ve erkek gururu üzerine kültürel tutumlar da ayrıca kadına karşı şiddeti mazur gösterir ve sonuçlarını ağırlaştırır. Latin Amerika'nın ve Yakın Doğu'nun bazı bölgelerinde erkeklik gururu ailedeki kızların cinsel "temizliğine" bağıdır. Eğer bir kadın cinsel olarak "kirlenirse" ya tecavüzle ya da kendi isteğiyle evlilik dışı seks yoluyla aile namusunu ayaklar altına almış olur. Örneğin, bazı Arap toplumlarında ailenin şerefini "temizlemenin" tek yolu "kabahat işlemiş" kadını öldürmektir. Mısır, İskenderiye'de kadınların öldürülmesi üzerine yapılan bir çalışmada öldürülen kadınların %47'sinin bir akraba tarafından, tecavüz edildikten sonra cinayete kurban gittiği tespit edilmiştir . Yakın zamanda Ürdün'de yapılan bir konferansta altı Arap ülkesinden gelen uzman namus yüzünden her yıl en az birkaç yüz kadının öldürüldüğü tahmininde bulunmaktadır. Bu durum özellikle güneydoğu Anadolu bölgesinde bizim için de geçerlidir.
Çocuklarda Cinsel İstismar
Çocukların cinsel istismarına bütün toplumlarda rastlanmaktadır. Bir yetişkin ya da bir aile bireyi ve bir çocuk arasındaki herhangi bir cinselliğe ilişkin hareket ve çocuk ve arkadaşı arasındaki istenmeyen her türlü cinsel hareket çocuğun cinsel istismarı demektir. Kanunlar, genellikle bir yetişkin ve bir çocuk yaşının altındaki kişi olarak tanımlanır cinsel temas durumlarında rıza meselesi konu dışıdır. Konunun tabu niteliği nedeniyle çocukluktaki cinsel istismar üzerine güvenilir istatistikler toplamak zordur. Temsil niteliğinde örneklem içeren mevcut bir kaç araştırma bu tip istismarın yaygın olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çalışmalar direkt olarak birbirleriyle karşılaştırılamazlar; çünkü istismarın tanımında ve örneklemde farklılıklar vardır. Çoğu fiziksel temas içeren ve içermeyen (örn., teşhircilik) arasında ayırım yapar. Ayrıca, farklı tipteki cinsel temaslardan da söz edilir; örneğin, genitallere dokunma ve cinsel ilişki gibi.
Hem kızlar hem de erkekler cinsel istismar kurbanı olabilir; ancak çoğu çalışma kızların erkeklerden 3 kat daha fazla olmak üzere istismar edildiklerini ve bu sayının bazen çok daha fazla olduğunu ortaya koymuştur. Bununla birlikte, erkek çocukların istismarının açığa vurulması kızlara oranla daha az olabilir. Kadınlar cinsel istismardan erkeklere oranla daha çok etkilendiklerini bildirme eğilimindedir; buna karşın, bazı erkekler de şüphesiz bu durumdan çok etkilenebilirler. Penetrasyonu yaşamış olmanın hem erkekler hem kızlar için de özellikle travmatik yaşantılar olduğu bulunmuştur.
Çalışmalar devamlı olarak göstermektedir ki kurbanın cinsiyeti ne olursa olsun faillerin çoğu erkektir ve kurban tarafından kim oldukları bilinmektedir. Faillerin birçoğu da çocukluklarında cinsel istismara uğramışlardır. Şunu da belirtmek gerekir ki çocuklukta böyle bir olay yaşamış pek çok erkek başkalarını istismar etmez. Cinsel istismar, davranış problemleri ve psikolojik problemler, cinsel fonksiyon bozuklukları, ilişkilerde problemler, öz saygının azalması, intihar düşünceleri, alkol ve narkotik ilaç kötüye kullanımı ve cinsel yönden risk alma gibi çok çeşitli sağlıklı olmayan duruma yol açar. Çocukluğunda cinsel istismar yaşamış kadınların da yetişkinlikte fiziksel ya da cinsel yönden istismar edilme riskleri yüksektir.
Bazı çocuklar için cinsel istismarın etkileri çok ciddi boyutlardadır ve uzun sürelidir; ancak, hepsi de yetişkinliğe kadar uzanan etkilerin altında kalmayacaktır. Cinsel istismar, uzun bir dönem devam etmişse, bir baba ya da baba figürü tarafından gerçekleştirilmişse, penetrasyon meydana gelmişse ve zor ve şiddet kullanılmışsa uzun dönemli zararlara yol açacaktır. Çocuğun çabuk iyileşme yeteneği (esnekliği) ve yaşadığı istismarı açığa vurduğunda aldığı tepkiler de uzun dönemli sonuçları etkileyecektir. Bu açıklamayı yapan çocuklara inanılırsa ve destek görürlerse, sonuçların şiddeti daha az olur.
Prof.Dr. Oğuz POLAT