psikoloji tanım açıklama sorun tedavi yöntem hastalık psikanaliz freud sigmund ruhbilim psychology psikoloji adler psikopatoloji şizofreni parapsikoloji psikoterapi psikopati otizm psikanaliz şizofreni parapsychology cure therapy disease illness behaviouralism health autism psychoanalysis

Özel Arama

15 Ağustos 2007 Çarşamba

Psikoterapi

Psikoterapi

Psikoterapi nedir?

Psikoterapi, daha olgun ve uygun bir ruhsal denge sağlamak amacı doğrultusunda zihinsel ve duygusal bozukluk gösteren hastalara düşünce ve duygu alışverişi kurularak yürütülen bir tedavi bilim ve sanatıdır...

Psikoterapi, davranış bozuklarıyla tıbbi bir sorun olarak uğraşan tedavilere karşın psikolojik tedavi yöntemleri anormal davranışlara psikolojik sorunlar olarak yaklaşan tedavi şeklidir. 19. asrın sonlarında ve 20. asrın başlarında Freud ve izleyicileri bugün hala kullanılan psikanalitik yöntemlerini başlatmışlardır. Psikoterapinin türleri : varoluşçu tedavi, gestal tedavisi, danışandan hız alan tedavi, etkileşimsel analiz ve davranışı değiştirme gibi.

Psikoterapinin Gelişimi

İlk psikoterapi kuramları ve yöntemleri ruh hastalıklarının din ve büyü karışımı nedenlere dayandığı görüşünden ya da bu hastalıkları bilimsel olarak incelenebilir ve tedavi edilebilir olgular olarak ele alan doğalcı görüşlerden kaynaklanıyordu. Hastalar 19. yy’ ın sonlarına değin genel tıp kurallarına göre tedavi ediliyordu. Psikolojik hizmetlerin yeterince gelişmediği dönemlerde psikoterapi bir tıp modeli olarak gelişmiştir. Bu dönemde psikoterapi toplumda Freud’ un geliştirdiği psikanaliz yöntemi gibi algılanmıştır.Günlük ve insan davranışlarıyla ilgili psikolojik yöntemlerin, yanlış bir benzetme ile yapılandırılmış bilinçaltı bir yaklaşıma dayalı psikanaliz yöntemi ile eş tutulması, psikoterapi yöntemlerinin de uzunca süre yanlış algılanması sonucunu getirmiş ve gelişmesini engellemiştir. Çünkü psikanaliz yöntemi toplumda çok karmaşık, zor ve yılları alan bir süreç olarak bilinmekte ve tıp kökenli eğitin gerektirdiği ve üstün yetenekli sayılı uzmanlar tarafından yapılabildiği kabul edilmekteydi. Bu koşullara uyma zorluğundan dolayı da psikoterapi alanına girmek isteyenlerde çekingenlik yaratmıştır.

Akıl hastalıklarının kaynağı sorunu üstünde bir görüş birliğine varılamamıştır. Söz konusu hastalıkların fiziksel ya da ruhsal bir kökeni var mıdır? Bu hastalıklar fizyolojik bir eksikliğin sonucu mudurlar ya da çözümlenmemiş ruhsal bir çatışmanın belirtisi midirler? Bu durumda akıl hastalıklarının tedavisi, tıpla psikoloji arasında anlamı belirsiz bir konumda yer alır. Dolayısıyla psikoterapi yöntemleri (psikiyatri tedavisinin temelini oluştururlar), öbür tedavi yöntemlerinin (yatıştırıcılar, elektroşoklar, vb.) fiziksel ve kimyasal etkileriyle karşıtlaşırlar. Bu anlamda psikanaliz bir psikoterapi biçimidir. Psikoterapi nin konusunu, uygulama alanını tanımlamak kolay değildir. Gerçekten de bazı bedensel bozukluklarda (psikosomatik hastalıklar, organik dayanağı olmayan işlevsel bozukluklar, psikosomatik durumlar) ve iyi belirlenmiş bir psikopatolojik görünümü olmayan bazı uyum sağlama(aile, okul, evlilik, vb ile ilgili)güçlüklerinde kullanılan bir tedavi yöntemi olduğundan psikoterapi, yalnızca akıl hastalıklarının tedavi alanıyla sınırlandırılamaz. Tersine, bütün akıl hastalıklarının bu yolla tedavisi de olası değildir.

Bu dönemde psikolojik danışmanlar da hizmetlerini sürdürmüşler.ama psikoterapi yöntemlerine giren alanlardan belirli konular üzerinde yoğunlaşmışlar, bireylerin geleceğe yönelik planları ile ilgili meslek danışması, evlilik danışması gibi alanlara yönelmişler.Ancak psikoloji ve psikoterapi yöntemlerinin hızla gelişmesi psikoloji ve psikolojik danışma konularında eğitim veren üniversitelerdeki akademik problemlerin nitelikli hale gelmesi psikoterapi yöntemlerinin de çeşitlenmesi ile “Tıp model psikoterapi” ile “Psikolojik model psikoterapi” arasındaki farklar azalmış, toplum ihtiyaçlarını karşılama ve alanda yetişmiş personel sayısı yönünden psikolojik yaklaşımlar ağırlık kazanmıştır.

Psikolojik Danışma ve Psikoterapi

Psikoloji ile psikoterapi’ nin eş anlama ya da farklı anlama geldiği konusunda literatürde belirtilen çeşitli görüşler bulunmaktadır. Psikolojik danışmanın, psikoterapiden farklı olduğunu düşünenlerin görüşleri danışmaya gelenlerde danışan normal, psikoterapiye gelenler de hasta oluşları, problem düzeyinin farklılığı, psikoterapi ve danışmanın uygulandığı alan, uygulamada izlenen teknikler, personelin tıp veya psikoloji alanında eğitim görmüş olması gibi konular üzerinde yoğunlaşmışlardır.Psikoterapi sürecine ağırlık veren Ragers “ psikolojik danışma ve psikoterapi” isimli eseriyle süreç olarak psikolojik danışma ve psikoterapi nin aynı olduğunu, farkın bulunmadığını belirtmiştir. Her ikisinde de amaç bireye psikolojik yardım sağlayarak onun uyumsuzluk yaratan davranışlarını değiştirmesine ve böylece kendini gerçekleştirmes1ine yardımcı olmaktır.

Psikolojik Danışmada Amaçlar

Psikolojik danışmanın amaçları üzerine literatür, çok geniş ve sistematik olmamakla beraber, çeşitli yazarlarda birçok amaç ifadeleri bulmak mümkündür.Bir yazar yaptığı litaretür taramasında psikoterepi için 40 ayrı amaç tespit etmiştir(Burton,1972.s.10-11).Literatürde görülen amaçların bir kısmı belli bir “korkudan kurtulmak “gibi çok özel,bir kısmı da “mutlu bir hayat sağlamak “gibi çok genel olmak üzere çok geniş bir yayılma alanına uzanmaktadır.Çeşitli kaynaklarda şöyle maçlar görmek mümkündür:Semptonlardan kurtulma;kendine çevresine ve kültürüne uyum sağlamak;iyi bir ruh sağlığı;belli kaygı ve fobilerden kurtulma; hayat felsefesi geliştirmek ;bireysel etkinlik kazanmak,vb...Amaç olarak ortaya konan bir çoğunu tanım, kapsam ,insan değer, ,teknik,danışma ilkeleri gibi birçok yönlerden eleştirmek mümkündür.Belirgin birkaç amaç haline indirgemek kolay değildir.Belki çoğunu bireyin ruh sağlığı konusu altında toplamak ümükün olabilir.Bu gün dağınık ve belirsiz amaç ifadeleri ,zamanla sistemlilik, belirginlik kazanacak ve yaygın şekilde kabul görecek hale gelecektir.

Bazı Amaç İfadeleri

Robinson,danışma görüşmesini etkinlik derecesinin değerlendirilmesinde kullanılacak ölçütleri araştırırken,danışmada ulaşılmak istenen amacın açık bir şekilde tanımlanması gerektiğini belirtmekte ve şu üç genel amacı vermektedir.

1-Danışmada gittikçe artan bir iyiliğie kavuşmuş ve uyum sağlamış olma duygusu geliştirmek.

2-Danışanın çevresine ve topluma daha iyi bir uyum geliştrirmiş olmasını sağlamak.

3-Semptomlardan kurtulmak.

Kendisininde ifade ettiği gibi bu genel amaçlar uzun vadelidir.Hemen ölçülemez.Araya zaman girince başka faktörlerle karşılaşılabilir.Ortya konan belirli ibarelerin sınırlarını belirlenmesi zordur. Mesela “iyiliğe kavuşmak”,”uyum sağlamış olmak”.ne demektir? Önemli olan kişinin kendini ve durumunu nasıl hissettiği , nasıl idrak ettiği ve gördüğüdür.“Semptomlardan kurtulma “da bir genel amaç olarak tartışılabilir.Aşıkardır ki asıl amaç semptomların giderilmesi değildir.Problemin kaynağından çözülmesidir.Semptonların kaybolması daha az genel ve geçici bir amaç olarak düşünülebilir.

Danışma,yalnız ele alınan konuya intibak sağlamakla kalmamamlı; kalıcı ve transfer kabiliyeti olan etkilere de yol açmalıdır.Danışman , yeni durumları karşılamakta yeni ve daha yüksek seviyede etkinlik kazanmalıdır. Bu etkinlik(etkili olma )olgun görüşlre sahip olma,bağımsızlık,sorumluluk ve şahsiyet bütünlüğünde genel bir büyümeyi de kapsamasına alır( Robinson,1950,s.19). Böylece ,daha iyi bir intibak sağlayan kişi, daha realist meslek seçimi yapacak, etrafı ile daha iyi dostluk ve ilişkiler kuracak ,daha iyi,geniş kapsamlı ve çeşitli faaliyetlere katılacak ve daha iyi davranış ustalıkları geliştirecektir.

Shertzer ve stone litaretürde önemli buldukları amaç ifadelerini şu beş genel başlık altında açıklamaktaydılar.

1-Davranmada değişiklik

2-Olumlu ruh sağlığı

3-Problemin çözümü

4-Bireyin kişisel etkinliği

5-Karar verme

Yukarıda belirtilen amaç kategorilerinin literatürde geçen amaç ifadelerinin ve bu beş kategorinin en idael bir gruplama olduğu iddia edilemez.İyi bir ruh sağlığı geliştirmek gibi amaç kategorisi çok uzun vadeli,hatta hayat boyu süren oluşumdur.İyinin daha iyisi olduğu için tamamen erişilemeyecek bir amaçtır.Diğer yandan, davranımda değişim yapma ise problemle ilgili davranım tarzının bozulup daha iyi bir davranım tarzı geliştirilmesine yardım etme işi ise, iyi bir ruh sağlığına nazaran daha somut ve daha yakın vadeli bir amaçtır.

Weiner (1975,s.11), psikoterapiyi, kişinin kendini anlayabildiği ve davranışlarının kontrol edebilmesini öğrendiği oranda yararlandığı bir öğrenme durumu olarak görmekte ve iki kişi arasında,kişilerin birbirinin karşısındakine onu anladığını, ona değer verip saygı duyduğunu ve ona yardım etmek istediğini ilettiği bir kişiler arası oluşum olarak tarif etmektedir.Bu tarife dayanarak şu dört amacı ortaya koymaktadır.

1-Olumlu davranım değişikliği

2-Gittikçe artan kendini- anlama

3-Gittikçe artan kendini- kontrol

4-Terapistteki anlayış,saygı ve yardım arzunun danışana iletimi

Weiner’in geliştirdiği terapi amaçları,”olumlu ruh sağlığı geliştirmek”gibi bir amaçla kıyaslanırsa, çok genel ve uzun vadeli bir amaç olmamaktadır.Davranımda değişiklik yapmak ve artan içgörü (anlayış) geliştirmek, “olumlu ruh sağlığı”amacına göre daha somut bir amaçtır.Duygu ve anlayış iletimi de her terapi seansında ulaşılmaya çalışılan daha yakın vadeli bir amaçtır.

Byrne (1963,1.bölüm) okullarda danışmayı incelerken,literatürdeki danışma amaçlarını dört grupta toplamaktadır.

1-Öğrencinin kendini tanıma ve kabul etmesine ve kendine ait kazandığı bu yeni bilgileri yerinde eğitsel ve mesleki seçimler yapmada kullanabilmesine yardım etmek.

2-Her çocuk ve gencin yeterli bir yetişme seviyesi gösterip bunu muhafaza etmesine yardım etmek.

3-Her çocuk ve gencin, meslek hayatında ve meslek dışı hayatında yapıcı, iyi uyum sağlamış, mutlu, ruh sağlığı yerinde bir kişi olmasına ve bunu muhafaza etmesine yardım etmek.

4-Gencin bir meslek seçmesi, bu mesleğe hazırlanması, mesleğe girmesi ve bu meslekte başarılı olmasına yardım etmek.

Byrne,literatürde verilen amaçları yeterince kapsamlı ve açık bulmamakta, kendisi bir nihai amaç aramakta ve kendini –gerçekleştirme,kendini oluşturma, var-olma çabaları üzerinde durmaktadır.

Patterson da litaratürde geçen amaç ifadeleri hakkındaki bilgileri orta vadeli amaçlar olarak görmüştür. Bu amaçlar üzerinde çalışmalar yapmıştır.Yukarıda bahsettiğimiz yazarların hepsi psikolojik danışmanın amaçları üzerinde literatür çalışmaları yapmış ve başka yazarlarda bu konular hakkında çalışmalar yaptıktan sonra ilk başta bahsedilen 40 amaçta ortak olarak birleşmişlerdir.Bu amaçların hepsi bireyin ruh sağlığı bozuksa iyileştirmek ve bireyi topluma kazandırmak için yapılmıştır.

Psikoterapiyi Etkileyen Bazı Nitelikler

Çok çeşitli psikoterapi türleri ve yaklaşımları vardır. Psikoterapide izlenen kural ve tekniklerin her durumda geçerli olması mümkün değildir. Buna rağmen , terapi ve danışma ortamında geçerli olabilecek bazı genel prensiplerden söz edebiliriz. Bu prensiplerin bilinmesi danışmanların kendine özgü danışma becerileri geliştirmelerine de yardım edebilir.

Danışmanın Tutum ve Becerileri

Psikoterapide, danışman için “tutum” ve “beceri” den hangisinin daha çok önemli olduğu konusunda, uzmanlar ve araştırıcılar danışmanın kalitesinin beceriden çok tutuma bağlı olduğunu ifade etmektedirler.

Sosyal psikolojik alanında yapılan araştırmalarda etkili iletişimin kişiler arası çekicilik, bireylerin karşılıklı olarak duygularını paylaşmaları, karşılıklı olarak anlayışlı ve saygılı olmaları gibi niteliklerden kaynaklandığını belirtmektedirler. Tarafları pozitif yönde etkileyen etkileşim becerileri ile ilişkili tutumlar arasında ise sıcak kabul , dürüstlük, anlayış, açık-seçiklik gibi nitelikler bulunmaktadır.

Psikoterapi yöntemlerinin, hastalar ve terapistler tarafından eleştirisel olarak değerlendirildiği bir araştırmada, terapistin “kalitesini” belirleyen en önemli faktörün terapist ve danışmanın hasaların “duygularını nasıl algıladıkları “olduğu belirtilmiştir. Araştırmada hastalar terapisti , sıcak açık seçik ,ilgili , mesleğinin içine giriyor olarak algıladıkları zaman, oturumların çok daha etkili olduğu , buna karşın , terapist soğuk , savunucu, ilgisiz , yüzeyde dolaşan ve sıkıcı olarak algılamaları halinde ise oturumların çok zayıf ve sıkıcı geçtiği bulunmuştur.

Kaçınılması Gereken Tepkiler

Ne tür tepki ve cevaplardan kaçınılması gerektiğini belirleme psikoterapinin amacıdır.Görüşme sürecini genellikle rahatsız eden , sınırlayıcı etkileri olan ve terapistin kaçınması gereken bazı tepkiler arasında :

a-Yargılayıcı ve değerlendirici ifadeler

b-Sürekli sorgulama

c-Düşmanca tutum ve kızgınlık ifadeleri

d-Yanlı destek verme

Danışanın rahatsız edici bir ortamda kabul edilmesi , sakin ve güvenli bir ortam yaratılmamış olması, danışanda kendini koruma ve savunma duyguları uyandırmakta ve böyle bir ortam ikili etkileşimi büyük ölçüde sınırlamakta ve danışan kişi kendisi hakkında az ipucu vermektedir.

Psikolojik Danışmada Karşılıklı Etkileşim

Psikolojik danışmaya katılan kişi ile terapist veya danışman karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler. Danışan veya danışmandan birinin danışma süreci içindeki tutumu karşı tarafı da aynı yönde aynı türde davranışlara yöneltmektedir. Yapılan araştırmalarda görüşmeye katılanlardan birinin “aktivite” derecesini arttırdığı zaman, karşı tarafın da “aktivite” derecesini artırdığı, düştüğü zaman , görüşmeye katılan diğer taraf olan kişinin de aktivite derecesinin düştüğü gözlenmiştir.

Görüşmeye katılanlar huy ve davranış tarzı ve davranış tonu yönünde de karşılıklı olarak etkilenmektedir. Yapılan araştırmaların birinde profesyonel aktörlerle iyi eğitim görmüş danışmanlar bir grupla psikolojik danışma ortamında yüz yüze getirilmişlerdir. Aktörler kızgın ve öfkeli bir tarzda etkileşim gösterdiklerinde danışmanlar da aynı cins ve tonda tepkide bulunmuşlardır. Bu davranış literatürde “sosyal destek” olarak bilinmektedir. (Bandura1986). Sosyal destek kavramı bireylerin çevrelerinde gözlediği “model” gibi davranma eğilimlerini ifade etmektedir. Eğer danışman gergin, kaygılı, savunucu ve öfkeli ise danışan kişi de aynı tür ve tonda cevaplar verme eğilimine girmektedir. Bu nedenle eğer terapist veya danışman psikoterapi ve danışan için açık, saydam, sıcak, kabul gören sakin ve destekleyici bir ortam yaratmak istiyorsa kendisi de bu niteliklere uygun şekilde davranmalıdır.

Sosyal destek veya “modelden öğrenme” psikolojik danışma süreci içinde önemli bir kavramdır. Çünkü, psikolojik danışmaya katılan taraflar birbirlerini etkilerler. İyi bir danışmanın veya terapistin sakin ve güvenilir bir ortam yaratılması gerekir. Bu şekilde, sosyal destek yada öğrenme süreci içinde danışan kişi yada kendisini sakin ve güvenli hissetmeye baslar. İyi bir danışman profesyonel beceri ve teknik bilgilerini kullanarak görüşmeyi olumlu olarak kontrol altında tutar ve danışmanın akışını yönlendirir.

Danışmanların İstenen Kişilik Özellikleri

Danışmanlıkta ve danışmanların seçiminde önem taşıyan kişilik özellikleri tartışmaya açık bir konu olmakla beraber, genel olarak kabul edilen ve önemli sayılan nitelikler arasında, duygusal kararlılığa sahip olmak ,zeki olmak , kendisini başkalarının yerine koyarak duygularını paylaşma anlamında empatik bir anlayış ve seziş sahibi olmak , fikirlerinde esnek ve önyargılardan arınık olmak , başkalarını dinlemeye anlamaya ve yardım etmeye istekli olmak , anti sosyal ve düşmanca duygulara sahip olmamak , sorunları olduklarından çok basit ve önemsiz görme eğiliminde olmamak ,sır saklamak gibi nitelikler sayılabilir.

Terapist veya Danışmanın Mesleki ve Teorik Yönü

Psikolojik danışmayı yapan kişinin , gördüğü mesleki eğitim , görüşmede benimsediği teorik yaklaşım , insan davranışını açıklayan varsayımları , bireysel davranışın nedenlerine bakışı , danışmanın psikolojik danışmada izleyeceği yöntemi, yararlanacağı araç ve teknikleri , görüşmenin içeriğini ve görüşmede ulaşılması istenen amaç , karar ve çözümleri önemli derecede etkiler.

Psikolojik Danışmada Etkileşimi Geliştiren İlke ve Tutumlar

Psikoterapide , danışman ve danışan ilişkilerini ve genelde insan ilişkilerini geliştiren bazı temel ilke tutumlar vardır. Bu ilke ve tutumlar farklı psikoterapi ekollerine göre farklar göstermekle birlikte genel olan bazıları aşağıda özet olarak belirtilmiştir.

Saygınlık ilkesi:“Saygınlık terapistin , danışanı olduğu gibi kabul etmesi ve ona her koşulda saygı duymasını içeren bir ilkedir. Bu ilke ışığında terapistin , bireyin genel görüşü , öğrenim düzeyi , yaşı , cinsiyeti , problemin türü , sosyo-ekonomik düzeyi gibi kişisel nitelikleri yönünden herhangi bir önyargıya kapılmaksızın , yargılayıcı bir tutuma girmeksizin danışanı olduğu gibi kabul etmesi ve bu duygularını danışana iletebilmesidir. Her insan belki terapist yada danışman kendisini kişisel duygu ve değer yargılarından kurtaramamış olabilir. Ama önemli olan terapistin bu subjektif duygularını bilmesi , bunların yardım edeceği kişi üzerinde yapabileceği olumsuz etkileri dikkate alması ve kendini kontrol etmesidir.

Empatik Anlayış: “Empatik anlayış” terapistin görüşme sırasında , danışanın o anda içinde bulunduğu duyguları doğru olarak anlayabilmesi ve paylaşabilmesidir.Empatik anlayışa sahip bir terapist , görüşme süresince kendisini danışanın yerine koyarak , onun ne gibi duygular içinde olduğunu hissetmeye onu anlamaya çalışır. Ancak terapist danışanın duygularını paylaşarak bir iç görüş kazanırken , kendi kişisel birliğini ve objektifliğini de koruması gerekir.

Saydamlık İlkesi:Saydamlık ilişkilerinde bireyin duygu v düşüncelerini olduğu gibi ifade edebilmesi , içi dışı bir olması , olduğu gibi görünebilmesi , ideal şekli ile cam gibi “saydam” olabilmesidir. Danışan ve danışmanın saydam olmaları görüşmeyi olumlu yönde etkilemekte kişinin kendisini olduğu gibi anlatabilmesi olasılığını arttırmaktadır.Saydam olmada amaç , görüşme sırasında tarafların kendilerini savunucu bir tutuma sokmaktan kurtarmaları ,başka türlü görünce güdü ve kaygısından uzak olmalarıdır.


Psikolojik Danışma Yöntemi Araç ve İlkeleri

Psikolojik danışmanın etkili şekilde yürütülmesi ve sürdürülmesi için görüşme süreci içinde başvurulan bazı araç ve teknikler vardır. Bunlardan önemli ve yaygın olanları aşağıda belirtilmiştir.

Aktif Dinleme
Dinleme, görüşmenin temel tekniklerinden birisidir. Danışmanın iyi bir dinleyici olması, kişinin söylediklerinin gerçek anlamını iyice kavraması gerekir. Psikolojik danışma sürecinde amaç terapistin değil, kişinin tanınmasıdır. Terapist çok konuşursa, kişi hakkında fazla bir şey öğrenemez. Görüşmede dinlemek pasif değil tersine aktif bir roldür. Terapist görüşme sırasında dikkatli ve uyanık bulunur, yeri geldiğinde, sorular sorar, fikirlerini ortaya koyar, gerektiğinde bakış, mimikler ve baş sallama gibi sözel olmayan hareketlerle danışanın konuşmasını pekiştirir. Terapist iyi dinleyememiş ve anlayamamışsa, anlamış gözükmeden, dürüst ve saydam olarak, anlayamadığı ya da açıklamasını istediği hususları danışandan sorar.

Konuşma
Psikoterapinin doğal ve temel elementlerinden biri sözlü iletişimdir. Terapist ile danışan kişi arasındaki etkileşim “konuşma” yolu ile gerçekleşir. Ancak konuşma görüşmenin tek yolu değildir. Psikolojik yardıma yönelik görüşmelerde amaç, danışanı konuşturmaktır. Terapistin kendisi, az konuşmalı, daha çok diğer iletişim ve pekiştirme yollarını kullanmayı tercih etmelidir.Konuşması gerektiği zamanlarda da terapist ders verir gibi konuşmamalı, ses tonunu iyi ayarlamalı, vurgulamalara dikkat etmeli, içerik olarak güven verici ve destekleyici olmalı, seçtiği sözcükler ve ifade tarzı kişinin yaş,öğrenim ve kültür düzeyine uygun, açık, sade ve anlaşılır olmalıdır.

Soru Sorma
Görüşme sırasında bireyle terapist arasındaki ilişki “sözel” ya da “sözel olmayan” tekniklerle yürütülür. Sözel etkileşim araçlarından biri de “ soru” sormaktır. Uygun ve gerekli durumlarda sorular sorarak terapist, danışanla iyi ilişkiler kurabilir ve yönelttiği sorularla, danışanın kişisel problemlerinin giderilmesinde yardımcı olabilir. Sorular uygun zamanda sorulur ve danışan bu soruların kendisine yardım amacıyla sorulduğunu hissederse, etkileşim daha verimli olur ve terapist sorularına samimi cevaplar alabilir.Görüşme sırasında sorulan sorular açık, yargısız ve tarafsız olmalı; kişiyi belli tipten cevaplar vermeye koşullandırıcı ve yöneltici olmamalıdır. Soru sorarken kişiyi korkuya, kaygıya düşürecek, şüphe içinde bırakacak bir tutuma girilmemeli ve kişi özel yaşantılarından dolayı suçlanmamalıdır.Görüşme zamanı soru-cevap şeklinde geçmemeli, sorular psikolojik danışma süreci içinde uygun zamanlara dağıtılarak sorulmalı ve daha çok açık uçlu, serbest cevap isteyen sorular tercih edilmelidir. Hiç soru sorulmaması veya çok az sorulması halinde de kişi de kendisi ile ilgilenilmiyor kanısı uyanabilir. Ayrıca, görüşmenin tüm ağırlığı danışanda kalır. Fikir ve duygu akışını engellemeden uygun zamanlarda sorulan sorular, görüşmenin verimini arttırdığı gibi, kişiyi de dinlendirir.

İlgilenme
Genel bir tutum olarak terapistin, görüşülen kişi ile ahenkli, uyumlu, güvenli bir ilişki kurması görüşmeyi olumlu yönde etkiler. Temel bir koşul olarak, terapist ilk görüşmeden başlayarak bireyle yakın ve sağlıklı bir ilişki kurmaya önem vermelidir. İyi ilişki kurmak için terapistin, kişiye saygın olması, empatik bir anlayış ve arkadaşça bir tutum içinde olması, güvenli bir ortam yaratması gereklidir.Danışmanın ilgilendiğini gösteren davranışlar olarak, gizlilik ilkesine uyma, kişinin durumunu planlı olarak izleme, konuşmaları dikkatle dinleme, ilk harekete geçme sorumluluğunu kişiye bırakma veya hastaya konuşma yönünden daha çok fırsat verme gibi davranışlar belirtilebilir. İlgilenme taraflar arasındaki ilişkinin kalitesini olumlu yönde etkiler.Terapistin ilgisi yanında, danışanın ilgisi de söz konusudur. İlgilenme karşılıklı olduğu zaman, görüşme daha verimli olmaktadır. Genel olarak psikoterapi ekollerinin hemen hepsinde kişinin terapiste inanması, güvenmesi ve yardımının yararlı olacağı kanısı içinde olması danışanın ilgi ve sorumlulukları arasında görülmektedir.

Bireyin Bulunduğu Düzeyden Başlamak
Terapiste gelen kişilerin her biri diğerinden farklıdır; yaşam ve kültür düzeyleri, yaşları, köyden veya kentten gelmeleri, atak ya da çekingen olmaları gibi bireysel farklar bulunmaktadır. Terapist ise, bireyleri tanımak, farklı niteliklere sahip kişilerle ilişkiler kurmak, iyi bir etkileşim sağlamak durumundadır.Etkileşimi yürütmede terapistin rolü daha ağır basar. Bu nedenle, iyi bir ilişki kurabilmek için terapist danışanının bulunduğu düzeyden başlamak, onun havasına girmek, konuşma düzeyini onun seviyesine uydurmak, davranışlarını esnek tutmak durumundadır. Bir yetişkinle veya bir çocukla yapılan görüşme birbirinden farklı olmalıdır.

Gözlem
Gözlem genelde ve psikolojik danışmada bilgi kazanmanın temel ve doğal yollarından biridir. Danışman, görüşme sırasında gözlem yolu ile birçok şeyin farkına varır. Gözlem bireyi tanımaya, teşhise yönelik olabileceği gibi danışma veya terapinin etkisini görmeye yönelik de olabilir.Terapist görüşme sırasında danışanın genel görünüşü, giyinişi, tertip ve düzeni, konuşması, ses tonu, ses tonunda olan değişmeler, genel davranışları gibi oldukça somut nitelikleri sürekli olarak gözler. Bunların yanında, terapist, göze görünmeyen şeyler üzerinde de sezgi ve yordamaya dayanan bilgiler elde eder.

Soruları Cevaplandırmak ve Açıklamak
Görüşme sırasında, kişiden gelen sorular çok çeşitlilik gösterir. Terapist hemen cevabı verilecek basit sorular yanında kesin bir durum takınmaya olanak vermeyen sorularla da karşılaşabilir. Psikolojik danışma sürecinde önemli olan danışanın kendisini anlatması olduğu için, danışman çoğu kez soru-cevap yaklaşımına girmeden, sorunun içeriğini aynen ya da ilişkili bir soru ile geriye, kişiye yansıtmayı tercih eder. Böylece, danışana sorunun altındaki nedeni dile getirme olanağı verilmiş olunur.Doğal olarak açıklama yapılması ve bilgi verilmesini gerektiren durumlarda terapist doğrudan soruları cevaplandırır ya da kişinin cevabı bulmasına yardım eder. Ancak, genel bir ilke olarak, terapistin zorunlu olmayan hallerde kendi kanılarını, fikirlerini anlatma eğiliminde olmaması gerekir. Danışanın problemleri terapistin bilimsel ya da spekülatif açıklamaları ile çözümlenemez. Önemli olan husus, danışanın bu soruları neden sorduğudur. Danışanın kendisinin bulabileceği cevaplar daha önemlidir.

Yansıtma ve Pekiştirme
Psikolojik danışma sürecinde, danışanın duygu ve tutumlarının farkına varmış ve anlamış olması büyük önem taşır. “Yansıtma”, görüşme sırasında ortaya çıkan danışana ilişkin duygu ve düşüncelerin içeriğini ve niteliğini değiştirmeden, terapistin, uygun bir ifade , ile danışana geri iletmesidir.Terapistin, bireyin duygu ve düşüncelerini kendisine yansıtmasındaki amaç, kişiyi dinlediğini, onunla empatik bir anlayış içinde olduğunu göstermek, kişinin kendi duygu ve düşüncelerinin farkında olmasını sağlamak, kişiyi onun açısından anlamaya çalışmak, onu anladığını ifade etmek ve terapistin yanlış anladığı şeyler olmuşsa danışana bunları düzeltme olanağı vermektir.Görüşme sırasında, terapistin yansıtma ve pekiştirmesinin bir amacı da terapistin danışandan anlatmasını beklediği konuları anlatmasını pekiştirmektir. Görüşme sırasında danışan, “Hım”, “Evet” ; gibi sözcükler, mimik ve jestlerle yansıtıcı ve ödüllendirici ifadelerden yararlanarak, danışanın, danışma hedefine uygun konuşmalarını pekiştirir. Böylece terapist, bireyin kişisel yaşantılarını, üzerinde durulan fakat tam açıklanmayan konuların anlatılması olasılığını arttırabilir.Yansıtma, özellikle, Rogerian tip görüşmelerde temel bir teknik olarak kullanılmakta ve bireyin davranışlarını önemli derecede etkilediği ifade edilmektedir.

Sorumlulukların Paylaşılması
Psikolojik danışmada, görüşmeye taraf olan terapist ile danışanın terapiye ilişkin sorumlulukları paylaşmaları, tarafların kendi payına düşeni yerine getirmesi gerekir. İyileştirme ve problemin giderilmesi konusunda tüm sorumlulukları terapistin üstüne alıp danışana yardım etmesi olanaksızdır. Amaca ulaşmada problemi olan kişinin güdüsü ve çabası da önemlidir. Terapiste başvuran kimse, kendisi hakkında olağanüstü güçlere sahip olduğunu düşünse bile, kendi bilgilerinin ve güçlerinin sınırlı olduğunu, bu nedenle kişiye yapabileceği yardımın da sınırlı olabileceğinin bilincinde olmalı ve bu tutumunu görüşme sırasında söz ve davranışları ile danışan kişiye göstermelidir. Bugün bilinen bir gerçek olarak, hastanın iyileşmesinde, ailenin, çevrenin ve hastanın kendi çabalarının etkileri, bazı vakalarda hekimin yardımını bile aşmaktadır.Danışan kişinin, terapistle birlikte sorumlulukları paylaşması, hemen hemen tüm terapi yaklaşımlarında önemle ele alınmakta, terapinin başarıya ulaşmasında, danışanın rolü ayrıca belirtilmekte ve bunun önemi vurgulanmaktadır. Danışanın değişmeye açık ve istekli olması, bu konuda güdülenmiş bulunması, danışana düşen temel sorumluluklar olarak belirtilmektedir. Psikoterapide terapist, danışanın problemlerini anlamasına yardım eden ve bunların çözüm yollarını onunla birlikte araştıran bir kişi rolündedir. Karar verme durumlarında karar vermeye ve kararı uygulamaya ilişkin sorumluluklar ise danışan kişiye düşmektedir.

Yorumlama
“Yorumlama, bireyin fikirleri, davranışları, duyguları, tutumları ile bağıntılı olarak terapistin yaptığı değerlendirme sonuçlarına ilişkin açıklama ve yargılamadır”. Yorumlama, terapistin hastasının kendisini anlaması amacına yönelik olarak yaptığı temel yardım yöntemlerinden biridir.Ancak, yorumlama çok ustaca ve seyrek olarak yapılmalıdır. Yorumlamanın tam zamanında yapılması kişi üzerinde olumlu yönde çok etkili olabileceği gibi, olumsuz etkileri de olabilir, zihnini de karıştırabilir ve ilişkiler bozabilir. Yorumlamanın tam zamanını kestirmek çok zordur, ama genellikle kişinin kendini anlatmaya karşı olan direniş ve savunma mekanizmalarının azaldığı, terapist ile olan ilişkileri geliştiği zaman yorumlama için hazır olduğu kabul edilmektedir.Psikoloji ekolleri arasında farklar bulunmakla beraber, psikolojik yardıma yönelik görüşmelerde amaç, “bireyin sorununun nedenleri hakkında bir kavrayışa varma” anlamında bir teşhis yapabilmek ve uygun bir çözüm yolu bulabilmektir. Terapist, psikolojik danışma süreci boyunca da bazı ipuçlarından yararlanarak yorum yapar, ama yorumları esnektir. Kişi her zaman probleminin bilincinde olmadığından, terapist emin olduğu noktalarda problemin nedenlerini ortaya koyar.Terapist, hasta ya da danışanın söylediklerini yorumlayarak, kendisini daha derinden tanımasını sağlamaya çalışır. Terapist, danışanın sözlerinde gizli buluna fakat kendisine açık-seçik olmayan ya da bilinçsiz olan duygularını, gereksinim ve eğilimlerini açığa çıkarmak, dikkatini çekmek ve bu davranışların geçmiş yaşamındaki bilinçsiz yaşantılarıyla olan bağıntılarını belirterek de yorumlamalar yapabilir. Yorum yapabilmek için tecrübeye ve teorik bilgilere sahip olmak gereklidir. Yorum yaparken çok dikkatli olmak zorunludur. Gerçeği yansıtmayan yorumlar ilişkileri bozabileceği gibi ruh sağlığı içinde zararlı olabilir.

Psikolojik Danışma Yaklaşımları

Psikoterapi alanında, insan davranışlarına bakış açıları, kavramları, açıklamaları, psikoterapide izledikleri yöntem ve tutumlar, terapinin amacı yönünden birbirinden oldukça farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Terapistler çeşitli yaklaşımları, formal eğitimleri sırasında genel düzeyde öğrenirler, ama bunlardan birine ağırlık vererek mesleki uygulamalarından bu yaklaşımı izlerler. Buna göre de “ekol” bakımından farklılaşırlar. Terapistlerin çoğu ise çeşitli psikolojik yaklaşımların birkaçından yararlanmaya çalışırlar, bireyin ve problemin niteliğine göre esnek ve “eklektik” bir yol izlerler. Literatürde, psikoterapide eklektik tutumda olan terapistlerin genel bir ifade olarak %60’ın üstünde olduğu belirtilmektedir.Aşağıda yaygın olan psikolojik danışma yaklaşımları, teorik temelleri ve tutumları ve genel nitelikleri ile özet olarak belirtilmiştir.

Psikanalitik Yaklaşım
Psikanalitik kuramın kurucusu Freud, (1962)’a göre insan davranışları, içgüdüsel haz ve doyum arayan “id” toplum değerini temsil eden “süper ego” ve bu ikisinin isteklerini gerçeklik ilkesine göre karşılayan “Ego” güçlerinin “bilinç” ve “bilinçaltı” düzeydeki etkileşimlerinin bir ürünüdür.Psikanalitik oryantasyonu olan terapistler de, psikoterapi yaklaşımlarının pek çoğunda ortak olan tutumları benimserler. Görüşmede değerlendirici ve yargılayıcı olmayan “Hoşgörülü” bir tutum içindedirler, görüşen kişi ne söylerse hiçbir sansür uygulamadan ve yargılamadan hepsini hoşgörü ile karşılar ve kabul ederler, centilmenlik kurallarının uygulandığı uygun bir ortam yaratırlar. Bireyin anlattıklarını kabul ya da reddettiğine ilişkin hiçbir ipucu vermemeye çalışırlar.Psikanalitik yaklaşımda, terapistin uygulamadaki en belirgin özelliği “direnç” davranışını analiz yöntemi ve buna ilişkin “yorumlara” verilen önemdir.

Psikanalitik yaklaşımda bireyin yaklaşımları önemli görülür. Kişinin türlü kaygılarla “bilinçaltı” malzemelerinin sözel olarak anlatılmasını engelleyen her şey “direnme” olarak düşünülmektedir. Analitik bir tutum izleyen terapist özellikle bireyin kendisini anlatmasını engelleyen faktörler üzerinde önemle durur. Direnç’in bireyin içsel probleminden ya da çatışmalarından kaynaklandığı varsayılır. Terapistin amacı, kişideki bu çatışmanın kaynağını bulmak ve bireyin bu durumun farkına varmasını “ bilince” çıkmasını sağlamak, problemin nedeni konusunda bilinçlendirmektir.Psikanalitik yaklaşımda “Yorumlama”, terapistin, bireyin bilinçaltı duygularına, isteklerine, korkularına dikkatini çekmesidir. Yorumlama uzun bir hazırlık döneminden sonra bireyin bunları görüşmeye yatkın olduğu bir zamanda, tecrübeli bir psikanalist tarafından yapılır. Uygun zamanda yapılmayan yorumlar hastayı daha kötüye götürebilir. Uygun olarak yapılan yorumlar ise hastayı sıkıntılarının kaynağı hakkında bilinçli hale getiri ve hatayı rahatlatır.Psikanalitik yaklaşımda, bir teknik olarak yararlanılan önemli bir kavram da “Yüzleştirme”dir. Yüzleştirme kişinin terapiste anlattıkları şeyler arasındaki zıtlıkları, farklılıkları ve tutarsızlıkları gündeme getirmek ve bireyin dikkatini çekmektir. Yüzleştirmenin yorumlamadan olan önemli farkı, yüzleştirmenin kişi tarafından ifade edilmiş, belirli düzeyde bilinçte yer alan konular üzerinde, yorumlamanın ise bilinçaltı duygu, istek ve korkulara yönelik olmasıdır. Yüzleştirmenin de uygun bir zamanda uygun bir şekilde tecrübeli uygulayıcılar tarafından yapılması gerekir.

Danışanı Merkeze Alan Yaklaşım
“İnsancı” yaklaşım da denilen ve Rogers (1951) tarafından geliştirilen “danışanı merkeze alan” yaklaşımda danışan-danışman görüşmesi danışan kişinin duygu, düşünce ve tutumları üzerinde yoğunlaşır. Aktif olan danışandır. Danışman güvenli ve hoşgörülü, değerlendirici davranışlardan uzak bir ortam içinde, danışanla görüşür, ona değer veren ve duygularını paylaşan empatik bir tutum içindedir. Danışan kendisi için tehdit oluşturmayan böyle bir ortamda, önemli gördüğü bireysel hususları ve kişisel problemlerinin görüşme konusu yapar. Neyin görüşüleceği konusunda danışan danışmana göre daha aktif bir rol alır.Rogers, psikoterapi sürecini her bireyin doğuştan sahip olduğu “büyüme, gelişme ve kendini gerçekleştirme kapasitesi”nin uygun şartlar sağlandığında kendini göstereceği sayıltısına ve bireyin kendi kendini yönetme “kapasitesine” ve “hakkına” sahip olduğu inancına dayanmaktadır.

Günümüzde “danışanı merkeze alan”, “insancı” psikolojik danışma olarak nitelenen Rogers ve izleyicileri, psikolojik danışma ilişkisinin niteliğine büyük önem vermekte, danışmanın psikolojik danışma ilişkisinde kendisini uzman olarak gören bir tutum içinde görme eğilimine karşı çıkmakta, danışma süreci içinde danışmanın, danışanı anlayan, kayıtsız şartsız kabul eden, değerlendirmeyen, kendi değer yargılarını kabule çalışmaktan titizlikle kaçınan biri olması gerektiğini vurgulamaktadırlar.

Danışanı merkeze alan, insancı yaklaşımda, görüşme yönlendirici bir nitelik taşımaz. Vak’a tarihçesi gibi soru-cevap yönü ağır basan teknikler ve teşhise yönelik yoğun test uygulamaları da yer almaz.Karl Rogers, eğer terapist, danışanı koşulsuz olarak değerli tutup, kabul eder, ona karşı saydam ve empatik bir tutum içinde onunla bağdaşık ve yakın duygular içinde dikkatle dinler, bu duygulara niteliğini değiştirmeden onun düşünüş ve duyuş çerçevesi içinde danışana yansıtırsa, bunun danışanın benlik tasarımını etkileyeceğini ve temel davranış değişmelerine götüreceğini ifade etmektedir.Rogers ve arkadaşları kişiye belirtilen danışma koşulları sağlanırsa, kişinin psikoterapi sırasında kendi gelişmesini sağlayacağını, bireyin gelişmesini sağlayacak aktif gücün kişinin kendisinde olduğunu belirtmektedirler. Terapistin rolü ise etkileşimi sağlamak, kimyasal olaylardaki katalizörlük işlevinde olduğu gibi, olaya dahil olmadan olayın oluşumuna olanak ve kolaylık sağlayan bir “ortam” yaratmak, danışan kişiyi yöneltmekten kaçınmak, onun karşısında değil, yanında olmaktır.

Tedavinin Amaçları

Psikoterapi’nin amaçları ve genel yaklaşımı, danışan ve terapist arasında ilk görüşmede seçilir, ancak terapi süresince amaçlar değişebilir. Terapist bazı bilgi kaynaklarından yararlanarak tedavide neyin gerektiği hakkında bilgi sahibi olabilir. Bir kaynak, hasta ve hastanın yakınlarından alınan yaşam öyküsüdür. Diğerleri ise; fizik muayene, kişinin zeka, kişilik, mesleksel yetenek testlerini içeren psikolojik muayenedir. En son olarak terapist , hasta ve ilgili diğer kişilerden profesyonel yardım aramaya yol açan sorunları ayrıntılı olarak anlatmalarını isteyebilir. Psikologların tedavinin tarihçesinden öğrendikleri önemli bir nokta vardır. Terapist seçtiği yöntemler, kişiliğin biçimlenmesi ve anormal davranışın gelişmesi üzerine olan kişisel inançlarına dayanır. Terapist hasta hakkındaki bilgilere dayanarak sorunların şu kaynaklardan oluştuğuna karar verebilir:
  • çevresel engeller,

  • kişisel engellenmeler ,

  • güdüsel çatışmalar,

  • uzun süreli kişilik bozukluğu,

  • gerekli becerilerin yetersiz öğrenimi yada

  • uygun olmayan davranışların öğrenilmesi.

Eğer çevresel engeller vurgulanıyorsa, hastanın tedavisinin amacı, şimdiki yaşam durumunu değiştirmek olur. Sosyal engellenmelerin kaldırılıp yaşam koşullarının düzeltilmesinde özellikle sosyal hizmet uzmanları yardımcı olurlar. Etkileşimsel analiz ve bazı aile terapileri ile tıkanmış olan iletişim yollarının yeniden açılmasına çalışılır.Eğer terapist kişisel engellemeler üzerinde odaklaşıyorsa, tedavinin amacı hastaya destek ve güven sağlamak olur. Örneğin, varoluşçular ve danışandan hız alan terapistler hastayı olduğu gibi kabul ederler; destek ve koşusuz sevgi sağlayarak hastanın dünyayı, biraz daha kuvvetli hissederek göğüslemesini amaçlar.

Psikanalistler anormal davranışların altta yatan güdüsel çatışmaların ve köklü kişilik bozukluklarının bir belirtisi olduğuna inanılır, hastanın zorluklarının nedenlerini ortaya çıkarmaya çalışarak, hastanın iç görü ve kendini anlamasına, böylece nevrotik savunmalarını bırakıp esnek, uyumlu davranış biçimleri geliştirmesine yardımcı olur. Davranışçı terapistler bütün davranışların öğrenme ürünü olduğuna inanırlar. Anormal davranan bir kişi uygun olmayan davranışları öğrenmiş ve kültürdeki gerekli beceriler için yeterli olmayan bir eğitim almış olabilir. Bu görüşte olan bir terapist yeni uyumlar öğrenme ve uygun olmayan davranışlarda öğrenmenin çözülmesi için davranışın değiştirilmesi denen özel teknikler kullanır.

Psikanaliz ve Freud

Sigmund Freud, psikolojide psikanaliz tekniğinin kurucusudur. Bu teknik günümüzde de hala kullanılmaktadır. Psikanaliz de kullanılan birtakım yöntemler aşağıda sırasıyla belirtilecektir.

Freud’dan yılarca önce psikiyatristler psikoterapi uygulamışlardır. Freudcu olmayan tipik bir terapist yönlendirici tedavi uygulardı. Halende bu çeşit tedavi uygulanmaktadır. Terapist hastayla sorunları, bunların en iyi çözüm yolları üzerinde konuşarak, bazı durumlarda ne yapılması gerektiğini oldukça dolaysız olarak sıklıkla söyler. Şimdi psikologlar tarafından yapılan danışmanın çoğu da yönlendiricidir.

Freud, bastırma(repression) kavramı ve bununla baş edebilme teknikleri ile psikiyatride büyük bir devrim yarmıştır. Freud’un sayıtlısı, hastanın, genellikle nevrotik bir hastanın bilinç dışı çatışmalarının olmasıydı.psikanalizin amacı hastanın duygusal çatışmalarında iç görü kazanmasına yardımcı olmak, böylece kaygıdan kurtulup rahatlama yada çatışmasıyla ilgili durumlarda daha sağlıklı bir şekilde tepki göstermesini sağlamaktadır. Başka bir deyişle bastırma nedeniyle kendi kaygı kaynakları hakkında budala olan insanları alıp onları daha akıllı yapmaya çalışmaktır(Dollard ve Miller, 1950). Psikanalitik tedavi çoğunlukla aylarca hatta yıllarca haftada dört –beş saat görüşmeyi gerektirir. Bu nedenle yalnızca uzun bir tedavi için zamanı ve parası olan kişiler bu çeşit tedaviyi kaldırabilir.

Serbest çağrışım : psikanaliz, terapistin genel işlem ve amaçları açıklamasıyla başlar. Hastalara belirli bir zamanda iyileşmeyi beklemeleri, tutumlarının kendilerinin farkında olmadığı duygusal etkenlere bağlı olabileceği ve buların bilinç dışı güdülere indirgenmesi gerektiği anlatılır.serbest çağrışımda hastanın ne kadar gereksiz yada uygunsuz olursa olsun düşündüğü her şeyi söylemesi gerekir. Hastaların serbest çağrışımı öğrenebilmeleri biraz zaman alır. İşi kolaylaştırmak için terapisti görmeyecek bir şekilde, bir kanepeye uzanırlar böylece terapistin varlığıyla dikkatleri dağılmadan gevşeyebilirler.

Direnç; serbest çağrışım sırasında hasta sıklıkla direnç belirtileri gösterir. Direnç geçmişteki önemli olayları hatırlayamama ve bazı kaygı yüklü konuları konuşamamadır. Bu çeşit direnç, belirtileri çözümlemek için mihenk taşıdır. Terapist hastanın güdüsel çalışmaları ile ipuçlarını bunlardan alır. Hastanın serbest çağrışımları sürdürebilmesi için terapist direnç belirtilerinin geçici yorumunu yapar. Zamanla hasta dirençlerini yener ve ilgili konularda serbestçe konuşmaya başlar.

Düşler ;hastadan analiz sırasında herhangi bir zamanda düşlerini anlatması istenir, çünkü düşlerin bilinç dışına giden kestirme yol olduğu düşünülür. Düşler, isteklerin doyurulmasının gizlenmiş biçimi olarak yorumlanır. Böylece oldukları gibi kabul edilmezler. Analist , psikanaliz ilkeleri doğrultusunda düşlerin yorumlarını yapar.

Aktarım(transferans) ; psikanaliz sürecinde, çocukluğunda başka insanlara karşı geliştirdiği tutumları terapistine geneller. Bu aktarım, terapist ve hasta iyi ilişkiler kurdukları zaman ortaya çıkar. Terapist bir baba figürü haline gelebilir ve hasta gerçek babasına karşı olan duygularının benzerlerini terapistte yöneltir. Bu duygusal tutumlar olumlu yada olumsuz olabilir.Aktarımın, analist için iki önemi vardır. Birinci olarak, eğer aktarım olumlu ise ,hastaya güvende olduğu ve korunduğu duygusunu vererek dirençleri daha çabuk yenmesini kolaylaştırır. İkinci olarak aktarım, terapistin hastanın sorunlarını anlamasına yardımcı olur. Hasta, çalışmanın kaynağı hakkında içgörü kazanmış olarak görüldüğü zaman tedavinin son bölümüne erişilir. Ancak aktarım durumu çözülmeden ve normal doktor hasta ilişkisi kurulmadan psikanaliz sonlandırılamaz.

Danışandan Hız Alan Tedavi :

Danışandan hız alan tedavi, psikanaliz gibi bir görüşme ortamı içinde gerçekleşir. Bu ikisi birer konuşma tedavisi olup daha sonra anlatılacak olan davranış tedavisine benzemezler. Ancak, danışandan hız alan tedavinin sayıtlıları psikanalizden daha değişik ve basittir(Rogers, 1951); hatta temelinde herhangi bir kişilik kuramı yoktur. Terapist yalnızca hastayı sorunları üzerinde konuşturmaya çalışır ve bu konuşmanın, arkadaşça tutum ve yakınlıkla desteklendiğinde sorunların çözümünde yardımcı olacağı düşünülür. Bu çeşit terapinin bir miktar geçerliği olduğu görülmektedir; hiç olmazsa hastaların çoğu kendilerine bakışları yönünden ilerleme göstermişlerdir(Truax ve Carkhuff, 1965).

Danışandan hız alan tedavi danışmanın hastanın sorunlarını birlikte çözümlemede her birine düşen görevleri açıklamasıyla başlar. Terapist yakın ve izin verici bir ilişki kurmak için uğraşır. Terapist daha önceden kararlaştırılmış bir yol izlemesi için hastaya baskı yapmaz; hastanın söylediklerini yargılamaz yada eleştirmez ve duygularını özgürce ifade etmesine yardımcı olmaya çalışır. Bu süreç içinde danışan korkmadan duygularını kabul etme yeteneğini kazanır ve zamanla daha önce bastırılmış duygularını ifade etme olanağı doğar. Danışan duygusal tutumları arsında yeni ilişkiler görmeye başlar ve olumsuz tepkide bulunduğu durumlara olumlu tepkiler geliştirmeye yönelir.

Varoluşçu Tedaviler ; bir bakıma, Rogers’ın danışandan hız alan terapisti var oluşçu tedavi olarak kabul edilebilir. Çünkü, vurgu şimdi ve burada üzerindedir. Varoluşçular, insan kaygı ve mutsuzluğunun kaynağının yaşamın anlamının bulunmaması ve “var olmama ”(ölüm) tehdidi olduğunu düşünürler. Varoluşçu terapist hastanın varolmama korkusunu yenmede ve gizil güçlerini gerçekleştirmede hastaya bir örnek, yaşamda bir anlam bulmuş yada hiç olmazsa varolmanın temel anlamsızlığını anlamış ve ölümden korkmayan “gerçek” bir bireydir. Terapist, hastalarına hem dolaysız hem de empati yoluyla “ dünyada oluş biçimini ” iletmeye çalışır.

Varoluşçu tedavinin çeşitli biçimleri vardır. Aslında varoluşçu görüş, belirli tedavi yöntemlerinden çok fikir kümeleridir. Ancak, bir çeşit uygulamasına gestalt tedavisi adı verilir. Burada gestalt psikolojisi ve psikanaliz birleştirilmeye çalışılır. Gestalt tedavisinde genel amaç, kendilik yeterli güç kazanıncaya kadar kişinin bütünlük duygusunu tamir etmektir.”nevroz büyümenin durması ya da yavaşlaması olduğundan terapi büyümeye yardımcı olur”(Patterson, 1973,s.352).

Diğer Psikoterapiler

Psikanaliz ve danışanda hız alan tedavi, alanda uzun süre baskın olmalarına karışın, her zaman için psikoterapide başka yaklaşımlar olmuştur. Sıklıkla terapist sayısınca psikoterapi çeşidi olduğu söylenir. Çünkü, her terapistin neye inanırsa inansın, kendine özgü bir sitili vardır. Böylece bir psikoterapi ekolünün değişik üyeleri hastalara değişik yaklaşımlarda bulunurlar. Psikoterapide bir çok da moda akımlar vardır. değişik yaklaşımlar, ünlü kişilerin liderliği altında gözde olur sonra da sönerler.

Bu tedavilerden başka tedavilerde vardır. Bunlarda biri etkileşimsel analizdir. Bu çeşit tedavinin ana aracı terapist tarafından yöneltilen iletişim gurubudur. Bu tür gruplarda çaba yalnızlık duygularından kurtulup, daha önce tıkanılmış olduğu hissedilen kişiler arası iletişim yollarını açma yolundadır. Şimdi oldukça fazla ilgi çeken başka bir tedavi biçimi de Rolffing’dir(kurucusu Rolf’den dolayı bu ad verilmiştir). Bu oldukça aşırı uçtaki tedavide vurgu beden hareketleri, bedendeki basınç ve duygusal gerginlik dolayısıyla şekilleri bozulmuş olduğu düşünülen kasların düzeltilmesidir.Dikkat çeken üçüncü yaklaşım ise ilkel ağıt tedavisidir. Bu tedavi bütün nevrozların bir tek nedeni olduğu inancına dayanır- donmuş çocukluk acısı. Hastalarının ana-babalarının neden olduğu düşünülen çocukluk acısını, ana-babalarını çağırarak dindirilmesi sağlanır.

Bazı Profesörlere Göre Psikoterapinin Tanımı

Prof. Dr. Cengiz Güleç, psikoterapiyi şu şekilde tanımlamaktadır. “Psikoterapi, daha olgun ve uygun bir ruhsal denge sağlamak amacı doğrultusunda zihinsel ve duygusal bozukluk gösteren hastalara düşünce ve duygu alışverişi kurularak yürütülen bir tedavi bilim ve sanatıdır. Patologlar dışında tüm hekimler az yada çok başarı ve beceri ile belirli bir dereceye kadar psikoterapi yaparlar. Çok genel bir başlık altında söylemek gerekirse, duygusal çatışmaları çözümleyen, bu çatışmalardan doğan kaygı ve gerginlikleri, çöküntüleri azaltan, ruhsal uyum düzeyini arttıran, kişiler arası ilişkileri daha olgunlaştıran tüm teknik ve yöntemlere psikoterapi diyebiliriz. ” (Güleç, s:11,1993)

Prof. Dr. Orhan Öztürk’ün psikoterapi tanımı ise şu şekildedir: “ psikoterapi, çok geniş anlamda, ruhsal yollarla yardım ve iyileştirme demektir. Bu tanıma göre bütün eğindirim , inandırma, kişiyi değiştirme yolları psikoterapi teriminin tanımına girebilir. Hastayı rahatlatmak için yapılan dua, verilen bir muskada psikoterapi sayılabilir. Ancak, hekimlikte ve ruh biliminde kullanılan anlamıyla psikoterapi deyince, çağdaş ruh hekimliği ve ruh bilim bilginlerine dayanan ve hasta ile karşılıklı ilişki ve iletişimi kullanan birtakım uygulamalar anlaşılır.” (Öztürk, s:21, 1989)

Psikolojik Danışmanın Bazı Özellikleri

Psikolojik danışma uygulamalarının gerisinde birbirinden oldukça farklı kuramlar ve anlayışlar vardır. Bir yandan, bu kuram ve anlayışlar psikolojik danışma uygulamalarını etkilemekte; terapist ya da danışmanlar benimsediklere görüşlere göre birbirinden farklı yaklaşım biçimleri içinde danışma sürecini yönlendirmekte; öte yandan, her geçen gün daha da gelişen, çağdaş insan anlayışı ve hümanistik bir yaklaşımla insana verilen değer tüm kuramsal yapı ve uygulamalarda etkisini göstermekte ve bunları birbirine yaklaştırmaktadır. Buna göre, her görüş ve uygulama için geçerli olan noktaları bir araya getirerek, her psikolojik danışma veya psikoterapi sürecinde önemli olan bazı özellikleri sıralamak mümkün olabilir.Genel olarak psikolojik danışma sürecinin esasını oluşturan ve yaygınlıkla benimsenen belirgin özellikler aşağıdaki gibi sıralanıp açıklanabilir:

1. Psikolojik danışma biri danışman veya terapist, diğeri danışan olmak üzere iki kişi arasında yüz yüze kurulan bir ilişkidir. Danışman bu konuda yetişmiş ve tecrübeli bir uzmandır. Bunun yanı sıra danışman, psikolojik sağlığı yerinde, kendisi ve çevresi ile uyumlu, tutarlı ve bağdaşım içinde bir kişidir. Psikolojik danışmada yardım edilen kişiye “danışan” denir. Danışan kişi kaygılı ve problemlidir; bağdaşmazlık içindedir. Ancak, danışan kişi kaygılı ve problemli olsa da psikolojik yardım ile bu kaygı ve problemlerini yenebileceğinden, psikolojik danışmada danışan kişi normal bir insan olarak kabul edilir ve danışan için asla “hasta” deyimi kullanılmaz.

2. Psikolojik danışma sürecinin esası danışanın davranışlarının değiştirilmesidir. Her psikolojik danışma yardımının sonunda danışanın davranışlarının değişmesi beklenir. Danışan kaygı ve problemleri, uyumsuzluk yaratan davranışları hakkında daha çok bilinçlenir ve kendine en uygun seçimi yaparak yeni davranışlar kazanmaya ve böylece kendini gerçekleştirmeye çalışır.

3. Psikolojik danışma ilişkisi gönüllülüğe dayanan bir ilişkidir. Kendi gönüllülüğü olmadan kimse psikolojik danışma yardımına zorlanamaz. Bu kural danışman için de geçerlidir. Çünkü, psikolojik danışmada danışman, iyi insan ilişkileri içinde, rol yapmaksızın, karşısındaki danışanı anlamaya çalışan, ciddi, açık ve dürüst bir kişidir. Psikolojik danışmada danışan değişmek isteyen kişidir. Bu gönüllü değişme isteği olmadan danışanın davranışlarının değiştirilmesi ve özellikle değişikliklerin kalıcı olması düşünülemez.

4. Psikolojik danışma ilişkisi danışman ile danışan arasında kurulan psikolojik ve terapötik bir ilişkidir. Psikolojik danışma ilişkisinde bilgiden çok duyguların paylaşılması esastır. Danışman danışanı olduğu gibi kabul ederek onu anlamaya çalışır.psikolojik danışmanın esas merkezi danışanın kendisidir. Danışman danışana olumlu bir saygı duyar, onu hiçbir zaman eleştirmez ve yargılamaz. Danışan kesinlikle güvenir. Kaygı yaratan durumu ya da problemi “empatik” bir anlayışla, danışanın kendi görüş açısından görmeye çalışır. Danışman bütün bunları karşı tarafa yani danışana iletmek ve hissettirmek için çaba gösterir.

5. Psikolojik danışma ilişkisi özel ve gizli bir ilişkidir. Psikolojik danışma ilişkisi tüm koşulları ile bu ilişkiye uygun özel bir ortamda sürdürülebilir. Bu ortam, bu amaçla düzenlenmiş uygun bir oda olabilir. Psikolojik danışma odası danışman ile danışanın karşı karşıya oturabilecekleri bir şekilde döşenmiş, dış etkilerden korunmuş, girişi ve çıkışı kolay, dışarıya fazla ses geçirmeyen bir oda olmalıdır. Psikolojik danışma danışan ile danışman arasında kurulan gizli bir ilişkidir. Bu gizlilik tamamen bireye olan saygıdan kaynaklanmaktadır. Danışman psikolojik danışma ile ilgili tüm ahlak ve gizlilik kurallarına kesinlikle uymak zorundadır.

6. Psikolojik danışma sürecinde esas araç danışman ile danışan arasındaki sözlü iletişimdir. Psikolojik danışma ilişkisi genellikle karşılıklı konuşma ile sürdürülür. Esas sorunları hakkında konuşma durumunda olan danışanın kendisidir. Danışman iyi bir dinleyici, danışanı sorunları hakkında daha çok konuşmaya ve bilinçlenmeye teşvik edicidir. Danışmanın görevi bu teşvik edici ortamı yaratmak ve danışanı anlamaya çalışmaktır. Danışanın rahatça konuşması terapiyi kolaylaştırır. Psikolojik danışmada suskunluk halleri de önemlidir. Suskunluk hallerinde de iletişim ve terapi devam edebilir. Psikolojik danışma ortamlarında, özellikle uzun süreli yardımlarda, gerekirse sözel olmayan başka iletişim tekniklerinden de yararlanılabilir. Bu tekniklerin kullanılması, kuşkusuz, daha çok danışmanlık bilgisi ve becerisi gerektirir. Ancak, belirgin bir ihtiyaç ve sıkıntı ortaya çıkmadıkça hiçbir teknik, sözel iletişime tercih edilmemelidir.

7. Psikolojik danışma yardımı bilimsel ve profesyonel bir yardımdır. Psikolojik danışma yardımı, ancak bu alanda yeterli bilimsel hazırlığı ve tecrübesi olan yetkili danışmanlarca verilebilir. Psikolojik danışma hizmeti arka arkaya belirli işlerin yapılması ile tamamlanabilen bir teknisyenlik hizmeti olmadığı gibi, danışman veya terapist de bir teknisyen sayılmaz. Çünkü, psikolojik danışmada teknikler o kadar önemli değildir. Önemli olan, danışanın, sorunları hakkında daha çok bilinçlenerek değişmesi, yeni davranışlar kazanması ve böylece kendini gerçekleştirmesi için uygun ve teşvik edici bir psikolojik atmosferi sağlayabilmektir. Bu ise gerçekten bilimsel ve profesyonel hazırlığı olan yeterli danışman gerektirir.