psikoloji tanım açıklama sorun tedavi yöntem hastalık psikanaliz freud sigmund ruhbilim psychology psikoloji adler psikopatoloji şizofreni parapsikoloji psikoterapi psikopati otizm psikanaliz şizofreni parapsychology cure therapy disease illness behaviouralism health autism psychoanalysis

Özel Arama

29 Ağustos 2007 Çarşamba

Freud'un genel kuramları

PSİKANALİTİK YAKLAŞIM: BİLİNÇALTINDAN NOTLAR


Sigmund Freud





Bugün, hangi kitapçıya giderseniz gidin "Psikoloji" başlığı altındaki rafların en göze çarpıcı sıralarına onlarca kitabıyla Sigmund Freud'un yerleştiğini görüyorsunuz. Bu saptamaya paralel olarak, küçük çaplı bir test yaparak sokaktan geçen ilk 100 kişiye psikolojiye dair bildikleri birkaç ismi saymalarını istesek, Freud'un ilk sırada gelme olasılığı oldukça yüksek görünüyor. Her ne kadar bir tıp profesörü olsa da, psikoloji tarihine bu denli derin bir mühür basan bu figürün kuramlarını bir kez daha hatırlayalım istedik. Kendi deneyimledikleri ve hastalarının klinik incelemelerine dayanarak kişilik kuramı ve akıl hastalıkları üzerine yoğun çalışmalarda bulunan Freud, 4 ana unsurun altını çiziyordu: Bilinç seviyeleri, kişilik yapısı, kaygı ve psikolojik savunma mekanizmaları ve gelişimde psikoseksüel evreler.



Bilinç Seviyeleri ve Buzdağı Benzetmesi



Freud'un bilincin çeşitli katmanlarından bahsettiği kuramı "topografik zihin modeli" olarak da adlandırılıyor. Topografinin sözcük olarak yer betimi anlamına geldiğini göz önünde bulunduracak olursak buzdağı ve bilinç arasındaki benzeşimi kurmak çok da zor olmuyor. Çünkü Freud, bilinci bir buzdağına benzeterek farklı bilinç aşamalarını bu buzdağının suyun altında ve üstünde kalan kısımlarıyla, yerlerini su seviyesine göre betimleyerek bağdaştırıyor. Dolayısıyla su seviyesini bilinç eşiği olarak düşünürsek, bu eşiğin altında bilincin en büyük alanını oluşturan bilinçaltının yattığına inanıyor. Bilinç ve bilinçaltı arasında bulunan ön bilinç aşamasında ise o anda farkında olmadığımız ancak her an bilince taşıyabileceğimiz anılarımız ve dünya bilgileri yer alıyor.



Bilinç Aşaması (Buzdağının su yüzeyinden görünen kısmı): Bilincinde olduğumuz her türlü düşünce ve algılar bilinç aşamasını oluşturuyor. Bu düşünce ve algılar farkındalık eşiğinin üzerinde kaldıklarından kendilerini açıkça belli ediyorlar.



Ön Bilinç Aşaması (Buzdağında su seviyesinin hemen altı): O anda bilincinde olmasak da hemen bilince aşıyabileceğimiz anılar ve dünya bilgilerini kapsıyor. Bu aşama, bilinçle bilinçaltı arasında bir tür geçiş aşaması görevi üstleniyor.



Bilinçaltı (Buzdağının suyun altındaki geri kalan kısmı): Bilinçaltında farkında olmadığımız korkular, kabul göremez cinsel arzular, mantık dışı istekler, vahşet yönelimleri, utanç verici deneyimler, bencilce istekler ve ahlak dışı dürtüler bulunuyor. Buzdağı benzetmesinde, buzdağının en büyük alanını oluşturuyor. Freud, insanın doğası gereği şiddet ve cinselliğe yönelik utanç verici dürtüler barındırdığını iddia ederek, bilinçaltımızda bu fikir ve dürtülerin koğuşlandığını belirtiyor.




Buzdağı Benzetmesi

Freud bir tıpçı olarak duyusal eşikler hakkında geniş bilgi sahibi bir bilim insanıydı. Öyle ki, bilim ilerledikçe öne sürdüğü psikolojik kuramların biyolojik ve sinirsel araştırmalarla da destekleneceğine inanıyordu. Bilince dair öne sürdüğü bu topografik modelse insan aklını duyusal eşiklerle açıklamaya dayalıydı. Bahsettiği aşamaları irdeleyecek olursak her bir aşamadan birbirine geçiş için belirli bir bilinç eşiği gerektiğini görüyoruz. Yukarıdaki şemada her ne kadar çoğu korku ve dürtülerimizin farkına varamadığımıza parmak basılsa da, Freud'a göre bilinçaltındaki çoğu düşünce aslında bir zamanlar bilinç eşiğinin üstündeydi. Ancak kaygı seviyemizi arttırıp bizleri rahatsız ettiklerinden, bilinçaltının dehlizlerine bastırıldı ve davranışlarımızı biz farkında olmadan yönlendirmeye başladı. Bu nedenle ki çoğu akıl hastalıklarının temelinde bilinçaltına atılmış bu korku ve arzular yatıyor. Bu noktaysa bizleri psikalanalist terapinin amacına götürüyor. Freud'a göre psikolojik rahatsızlıkları tedavi etmenin en iyi yolu bilinçaltına bastırılmış ne varsa bilinç yüzeyine çıkarmaktı. Bu şekilde hasta çocukluğundaki travmatik deneyimleri hakkında bir iç görü kazanıp onları bastırma nedenlerini bulacak, bu keşifse hâlihazırda yaşadığı psikolojik sorunlarını ortadan kaldıracaktı. Daha açık bir deyişle, ilk 6 yaşta yaşanılan kötü deneyimler, bireyin geri kalan hayatına da olumsuz yansıyarak akıl hastalıklarına neden oluyordu. Tedavi olma süreciyse bu bastırılmışlıkların farkına varmaktan geçiyordu.

Kişilik Yapısı: İd, Ego ve Süper Ego

Freud, kişiliği oluşturan üç temel yapıdan söz ediyordu: İd, ego ve süper ego. Bu üç yapıyı arzu, mantık ve vicdan olarak da düşünebiliriz. Eğer ki kimi zamanlarda farklı bir kişiymişçesine hareket ettiğinizi düşünüyorsanız bu dalgalanmalar Freud'a göre farklı kişilik yapılarınızın savaşımından kaynaklanıyor olmalı.

İd, ilkel ve doğuştan getirdiğimiz dürtülerimizi kapsıyor. Bedensel ihtiyaçlarımızın, cinsel arzularımızın ve saldırgan tepkilerimizin idden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Freud'a göre idin arzu ve istekleri tamamen bilinç dışı ve "zevk prensibi"yle işlemekte. İdin temel güdülerimizi kapsadığını düşününce, zevk prensibiyle işlemesi doğal. Çünkü ilkel güdüler, arzulara bir an önce doyum arayıp bireyin davranışlarını bu yönde şekillendirebiliyorlar.Ancak ne yazık dünya tüm arzu ve dürtülerimizi o anda tatmin etmemize olanak sağlamıyor. Eğer haz tatmini odaklı yaşamaya devam edersek pek çok sorunla yüz yüze kalabiliyoruz. Yaşamın bu şartlarıyla başa edebilmekse ikinci kişilik yapımız olan egoya düşüyor.

Ego, idin tatmin edilebileceği elverişli şartlar oluşana kadar onu kontrol altında tutuyor. Öyleyse ego "gerçeklik prensibi"yle işliyor. Çevresel şartları değerlendirerek pek çok davranışın olası sonuçlarını tartıyor. Bu şekilde, uygun zamanı kollayarak bireyin anlık dürtüleri sonrasında acı çekmesini engellemiş oluyor. Egonun kimi işlevleri bilinçliyken kimileri bilinç dışı gerçekleşiyor.Kişiliğimizin son öğesiniyse süper ego oluşturuyor. Süper ego da tıpkı ego gibi idin arzu ve isteklerini baskı altında tutmaya çalışıyor. Ancak ego idin tatminleri için uygun zamanlar kollarken süper ego ahlak kurallarını devreye sokuyor. Daha açık bir deyişle, idin bu yönde tatmininin doğru olup olmadığını sorguluyor. Süper ego için tatminde yalnızca doğru zamanın kollanması değil, ahlaki kurallara uygunluk da önem kazanıyor.Ailemizden edindiğimiz eğitim, yaşadığımız toplumun normları ve kendi deneyimlerimiz süper egonun oluşumunda en önemli etkenleri oluşturuyor. Ancak süper ego geliştikçe, ilkel güdülerimizin tatmini daha da fazla engellenmiş oluyor. Bu nedenle de ego, id ile süper ego arasında bir anlamda köprü görevi üstlenmiş oluyor. Bunu bir şekilde bir savaşım ve çatışma olarak da düşünebiliriz. Sürekli olarak kişiliğimizi oluşturan bu yapılar birbirleriyle çekişmek zorunda kalıyorlar. İşte, bu savaşım Freud'a göre kişiliğin ve çoğu psikolojik rahatsızlığın temelini oluşturuyor.

Kaygı ve Savunma Mekanizmaları

Biliyoruz ki Freud, cinsellik ve şiddet olmak üzere iki temel güdüye sahip olduğumuzu düşünüyor. Bu iki temel güdü, kişiliğimizin "id" yapısını oluşturuyor. Haz prensibiyle işleyen id, sürekli olarak tatmin arıyor. Sosyal çevre ve kültürün neyin kötü neyin yanlış olduğuna dair üzerimize yaptığı baskıysa kişiliğimizin "süper ego" yapısıyla hayat buluyor. Son yapı olan ego, işte bu temel güdülerimizle kültürel elemanlar arasında bir köprü görevi görüyor ve id'i sosyal açıdan kabul görecek yollarla tatmin etmeye çalışıyor. Ancak kimi zamanlarda id o denli büyüyor ki, kontrolden çıkabiliyor. Böyle durumlarda birey kendini içinden çıkılamaz bir kaygının eşiğinde buluyor. Bu kaygıysa gerginlik, öfke ve üzüntü getiriyor. Kişi, id ile süper ego arasındaki savaşta bir uzlaşma yakalayamıyor. Örneğin, arzuladığı bir beraberliği ahlaki değerlerle örtüşmediği için yaşayamıyor. İşte böyle durumlarda ego sıralayacağımız savunma mekanizmalarını araç olarak kullanıyor:

1.)Bastırma: Freud'un savunma sistemlerinin çekirdeğinde yer alan bastırma mekanizmasında kişi, kendisini tehdit eden herhangi bir uyaranı ya da hayatına giren ve ona travmatik deneyimler yaşatan herhangi birini tamamen unutabiliyor.

Örn: Fobiler. Kişi sebepsiz bir korku duysa da bu korkunun çıkış kaynağını hatırlamıyor.

2.)Reddetme: Reddetmede kişi, bastırmanın aksine gerçeğe dair herhangi bir bilince sahip olsa da kaygı yaratan uyaranın varlığını reddederek yok sayıyor.

Örn: Sınav sonuçları açıklandı ve kötü bir not alındı diyelim. Bu kötü notun alınmış olmadığını varsayarak, öğretmenin puanları toplarken bir yanlışlık yapmış olduğunu düşünme.

3.)Yöneltme: Kişi kabul görmesi güç bir içtepiyi başka bir uyarana yöneltiyor.

Örn: İş yerinde patronla bir gerginlik yaşayıp siniri eve döndükten sonra, eşten çıkarma.

4.)Olayları entelektüelleştirme: Kişi herhangi bir olayın duygusal yönünü görmezlikten gelerek, onun entelektüel açıdan göze çarpan özelliklerine odaklanıyor.

Örn: Herhangi bir yakının kaybında, üzüntü ve yas duyulacağına cenaze töreninin detaylarına takılma.

5.)Yansıtma: İçsel bir gerçeğin yarattığı kaygı nedeniyle, kişi kişisel etmenlerle ilgili bir durumu dışarıdaki bir uyarana bağlıyor.

Örn: Herhangi biriyle tartışılırken kaybediliyorsa tartışmada haksız düşmemek adına karşıdakinin "akılsız" olduğunu söyleme.

6.)Mantık çıkarımları: Olayların gerçek nedenlerinden farklı mantık çıkarımları yapılıyor.

Örn: Hoşlandığı kadın tarafından reddedilen bir adamın "Zaten yeterince iyi değildi" gibi bir çıkarımda bulunması.

7.) Tepki oluşturma: Tepki oluşturma mekanizmasında kişi, istenmeyen düşünce ve davranışları reddetmekle kalmayıp, kendisinin bu düşünce ve davranışları sergileyen gruptan olmadığına inandırıyor.

Örn: Herhangi bir arkadaşından nefret eden bir kişi, ona aşırı sevgi gösterilerinde bulunuyor olabilir.

8.) Geri çekilme: Kişi geçmişte kendisini güvende hissettiği bir gelişimsel döneme geri dönüyor.

Örn: Yaşça büyük bir çocuğun stresli olduğu bir dönemde tekrar yatağını ıslatmaya başlaması.

9.) Süblimasyon: Saldırganlığın ardında yatan itici kuvvet olarak görülüyor.

Örn: Bir gencin içindeki saldırganlık duygularını amerikan futbolu oynayarak boşaltması.

Gelişimde Psikoseksüel Evreler

İlk altı yaş gelişiminde sözünü ettiği psikoseksüel evrelerin Freud'un kuramları içinde en çok tartışılanı olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Kişiliğin nasıl geliştiğine yönelik olarak öne sürdüğü bu düşünceler cinsel gelişimimiz sırasında içinden geçtiğimiz evrelerin ileriki yaşlarda kişiliğimizi ne yönde etkilediğine vurgu yapıyor. Bu evrelerin her birini teker teker incelemeden önce, cinsel gelişimde kritik rol oynayan iki önemli kavrama göz atmakta fayda var:

Libido: İdi tetikleyen içgüdüsel güç olarak tanımlanıyor. Odak noktası her zaman haz olsa da içinden geçtiğimiz her bir psikoseksüel gelişim evresinde farklı şeylerden zevk duyuyor ve libidomuzun bir kısmını o evrede o davranışla beraber geride bırakmış oluyoruz.

Asılı kalma: Libido enerjisinin çok büyük bir kısmı herhangi bir evrede asılı kalabiliyor. Bu durum bireyin gelişimi açısından oldukça zararlı. Çünkü enerjisinin büyük bir kısmını belli bir evrede harcayan kişi, gelişimine devam edecek yeterli "psişik enerji"yi bulamayabiliyor. Dolayısıyla, o evreye has bir takım alışkanlıklar geliştirebiliyor. Bunun yanı sıra, yeteri kadar olgunlaşamayan birey psikolojik rahatsızlıklar geliştirebiliyor.

Kurama göre gelişimimiz sırasında farklı dönemlerde bedenimizin farklı bölgelerinden haz duyuyoruz. 18 aylık olana kadar geçen süreçte bu beden bölgesi ağız. Oral dönem olarak adlandırılan bu evrede bebek çevresinde gördüğü, eline aldığı ne varsa ağzına götürüp bu davranıştan haz alıyor. Eğer ki çocuk bu dönemde asılı kalırsa, ileride oldukça saldırgan ve küfreden bir kişilik sergileyebiliyor. Bunun yanı sıra sigara, aşırı yemek yeme gibi zararlı alışkanlıklar sergileyebiliyor.


Bir sonraki evre 18 - 36 aylık dönemi kapsayan anal dönem. Tuvaletini yaparken büyük bir haz duyan çocuk için zevk bölgesi anal bölge. Libido enerjisinin çoğu bu dönemde asılı kalırsa ileride düzenli ve tertipli olmaya dair bir takıntı (anal-çekilme) ya da dikkatsizlik, dağınıklık (anal-dışavurum) sergilenebiliyor. Çocuğun ileride anal-çekilme ya da anal-dışavurum özellikleri gösterip göstermeyeceğini belirleyense ailenin çocuğun tuvalet eğitimindeki tutumu oluyor. Eğer oldukça sert bir tutum sergilenirse çocuğun kişiliği mükemmeliyetçilik takıntısı çerçevesinde gelişiyor. Tuvalet eğitiminde aile aşırı rahatsa, dağınık ve disiplinsiz bir kişilik geliştirebiliyor.


3 - 6 yaş arasındaki zevk bölgesiyse genital bölge. Fallik dönem olarak adlandırılan bu yaşlarda Oedipus ya da Elektra kompleksi gelişebiliyor. Oedipus kompleksi erkek çocuğun babasını annesinden kıskanması ve bilinçaltından babasının ölmesini istemesi olarak tanımlanıyor. İsmini Yunan mitolojisinden alan kavram, hikâyede babasını öldürüp annesiyle evlenen Oedipus'a gönderme yapıyor. Ancak bu gizil duygular bir süre sonra çocukta kaygı uyandırmaya başlıyor. Annesine duyduğu arzu dolayısıyla hadım edileceği korkusu duymaya başlıyor. Elektra kompleksi ise kız çocuğun babasına duyduğu aşk dolayısıyla annesine olan kıskançlığını ifade ediyor. Bu aşk dolayısıyla cezalandırılacağını düşünen kız çocuk kaygı duymaya başlıyor. Ancak Elektra kompleksi kavramını Freud'un öğrencisi olan Jung'un geliştirdiğine parmak basmakta yarar var. Freud yalnızca Oedipus kompleksini açıklamakta. Gelişimin ilerleyen dönemlerinde, her iki cins de kendi hemcinsi ebeveynini kıskanmayı bırakıp onları örnek alarak kız çocuk babası gibi bir erkeği, erkek çocuksa annesi gibi bir kadını eş olarak etkileyebileceğini kavrıyor.Gizil dönem 6 yaş civarını kapsıyor. Cinsel arzuların en aza indiği bu dönemde asılı kalan bireyler ileride cinsel yönden tatminsizlik çekebiliyorlar. Cinsel enerji daha çok spor gibi faaliyetlere yönleniyor.


Genital dönem ergenlikle başlayıp hayatımızın geri kalan bütününü kapsıyor. Her ne kadar haz genital bölgede yoğunlaşsa da tutku, sevgi ve bağlılıkla beslenmeye başlıyor. Freud'a göre bu son aşamaya ulaşabilmek adına önceki dönemlerde herhangi bir asılı kalma durumunun yaşanmamış olması gerekiyor.


KİMİM BEN?

"Kişilik" dedikleri



Kişilik...Aynada gördüğümüz görüntülerin derinliklerinden bahsediyoruz, üzerimize giydiğimiz sıfatların ötesinden. Hani şu ara sıra zihnimizi kurcalayıp da yanıtını bulmakta zorlandığımız soru: "Ben kimim?".
Çünkü ergenlikte içine girdiğimiz o zorlu kimlik arayışı dönemi sonrası hayatımızın geri kalanı da bulduğumuz kimliklerin ne olduğunu anlamaya çalışmakla geçiyor. Kendimizi anlamak ve tanımakla. Peki, nedir bu "kişilik" dedikleri? Doğuştan mıdır, değişir mi? Ya da belli kalıplar çerçevesinde sınıflandırılabilir mi?

Kişilik ve Kültürün Kişilik Değerlendirmelerine Etkisi:Farklı durumlar karşısında değişim göstermeksizin yansıttığımız düşünce, his, motivasyon ve davranışların bütünü kişilik'imizi oluşturuyor. Kişilik değerlendirmeleri ise kültürden kültüre değişim gösterebiliyor. Örneğin, Japonya'da oldukça "dışa dönük" olarak değerlendirilen bir çocuk okumak üzere İngiltere'ye gittiğinde orada oldukça "çekimser" olarak tanımlanabilir. Öyleyse kullanılan tanımlar kültürlerin değer yargılarıyla birebir ilişkili diyebiliriz. Haliyle kişilik testleri de gerek sorular, gerekse puanlandırma cetveli bakımından o dile ve kültüre "uyum/ adaptasyon" gerektiriyor.

Genlere Kulak Verecek Olursak:Öyle görünüyor ki, araştırmalar bundan 2000 yıl önce Yunan fizikçi Galen'in öne sürdüğü "Kişilik kuşaktan kuşağa geçer." varsayımını destekliyor. İkiz çalışmalarında ayrı ailelerce, farklı koşullarda yetiştirilen çocuklar kişilikleri oturduğunda yanlarında büyüdükleri kişilerden çok biyolojik aileleriyle benzerlikler gösteriyor. Bu da, kişilikte genlerin parmağı olduğunu kanıtlıyor. Rakamsal olarak ise bu pay 15% ila 50% arasında değişebiliyor.

Genler tüm karakter özelliklerine aynı oranda mı etkiyor?:Kimi kişilik özelliklerinin kalıtımsal bağı daha yüksek. Öyle ki, kendilerini gelişimin erken dönemlerinde gösterebiliyorlar. Dışa dönüklük, aktivite düzeyi -ki bu halk arasında çocukları "hareketli" ya da "uslu" gibi sınıflandırmalar içine koymamıza yol açıyor- ve görev odaklı olma eğilimi güçlü genetik etki altındaki kişilik özellikleri olarak geçiyor. Yapılan araştırmalar sonrası en düşük kalıtımsal bağ ise dürüstlük ve yumuşak başlılık karakter özelliklerinde bulunmuş. Yani dürüst ve yumuşak başlı olma daha çok kişinin çevresel koşullarıyla şekillendiriliyor.

Kişiliğimizi Değiştirmek Mümkün mü?:Kişiliğin tanımına da göz atacak olursak, bir kişinin kişilik özelliklerinden bahsediyorsak farklı durumlar ve farklı zamanlar karşısında değişim göstermemelerini bekliyoruz. Ancak elbette ki bunca davranış ve seçim zenginliği değişmeyen karakter özellikleri saptamayı da oldukça zor kılıyor. Hele ki bir de cinsiyet farklılığını göz önünde bulunduracak olursak.

Cinsiyet Farklılığı Kişilikte Nasıl Bir Rol Alabilir: "Depresyon"Çocukluktaki kimi depresif ipuçları yetişkinlikteki depresyona referans olabiliyor. Yani eğer ki bu depresif ipuçlarına kişilik özellikleri dersek, bu özellikler zamanla değişim göstermiyor, kalıcı yapıda oluyorlar. Ancak cinsiyet farklılığı söz konusu. Erkek çocukları için ileriki yaşlarda depresyona gönderme yapan belirtiler saldırganlık ve dürtü kontrol eksikliği iken, kız çocukları için genelde tam tersine utangaçlık, itaatkârlık ve alçak gönüllülük oluyor.Özetle, çalışmalar genelde kişiliğin zaman ve durumlar karşısında kalıcı olduğunu gösteriyor. Konu hakkında ortaya sürülen "Eğer. Öyleyse. Modeli" (Mischel, 1995) ise belli durumların belli düşünce, his ve davranışları tetiklediğini öne sürüyor. Bir örnekle açıklayacak olursak; A kişisi biri onu aşağılayıcı sözler söylediğinde sinirleniyor olsun. B kişisi ise eşine herhangi bir söz söylendiğinde. Sonuç olarak, her ikisi de eşit oranda "sinirli" bir karaktere sahip olsa da, bu özellikleri farklı durumlarda tetikleniyor. Bir durum (Eğer), bir karakter özelliğini tetikliyor (Öyleyse). Değişmeyen bu düşünce, his ve davranışlar da işte "kişilik" adını alıyor.

Etkileşimi Savunan Yaklaşımlar:Kişiliğe etkileşimli bir yaklaşımdan bakacak olursak "Genler kişiliği belirler", "Çevre kişiliği belirler" gibi kalıplardan ziyade neden-sonuç ilişkilerinin çok yönlü olduğunu görüyoruz. Ekonomik ve kültürel durumlar illa ki kişiliğe etkide bulunuyor ancak bu işleyişlerin kendileri de aslında psikolojik ihtiyaçları karşılamaya yönelik oluyor. Haliyle neden-sonuç ilişkisi bir yönlü olmaktan çıkıyor. Nasıl yani?Örneğin, ailelerinden istismar gören çocukların mitsel semboller ya da otorite figürleri de katı ve sadistik olabiliyor. Çocuğun kafasındaki bu sadistik figürlerse kendilerini çocukların çizdikleri resimlerde ele verebiliyorlar.

Bir Kişilik Modeli: Myers-BriggsKendi modeli üzerinden geliştirilen Myers-Briggs Kişilik Testi Türkiye'de de çeşitli alanlarda kullanılıyor. İsterseniz gelin, şimdi hep beraber bu modele bir göz atalım.

Myers-Briggs Kişilik Modeli genel hatlarıyla 4 ana sorudan güç alıyor:

1.) ENERJİNİZİ YÖNLENDİRDİĞİNİZ İLK KAYNAK NERESİ OLUR?

Aktivite ve Dil Üzerinden Dış Dünya DIŞA DÖNÜK -- SOSYAL -- DIŞA VURUMCU -- GENİŞ DERİN İLETİŞİM --- DÜŞÜNCEDEN ÖNCE EYLEM

Düşünce ve Duygular Üzerinden İç Dünya İÇE DÖNÜK -- SAKLI -- SESSİZ -- KONSANTRASYON ---- EYLEMDEN ÖNCE DÜŞÜNCE

Her ne kadar bu iki özelliği dengede tutmamız sağlıklı kabul edilse de, günlük hayat içerisinde mutlaka birine daha yönelimli oluyoruz.Bu iki kişilik özelliğini birbirinden ayıran en önemli özelliklerinden biriyse kişinin önce düşünüp sonra mı davrandığı yoksa davranıp daha sonra mı düşündüğü. Ancak buna karar verebilmek için kişinin tamamıyla özgür olduğu durumları ele almak gerekiyor. Aldığı eğitimin, kültürün etkide bulunamayacağı, çevresel koşulların söz konusu olmadığı durumlardan bahsediliyor. Örneğin, öncesinde herhangi bir seçimi dolayısıyla ödül ya da ceza almamış olduğu durumlar.

Örneğin.Yirmi katlı bir binada bir yangın çıktı diyelim. Tüm çalışanların binadan hemen çıkmaya çabalaması, önce düşünme eylemini seçmedikleri için hepsinin dışa dönük olduğunu göstermiyor. Ya da bir yapboz çözerken önce düşünüp sonra parçaları yerleştiren herkesin içine dönük olduğunu söylenmiyor. Çünkü bu şartlar, tıpkı yukarıda da bahsettiğimiz üzere kişinin özgür seçimlerinden ziyade farklı etmenlerin etkisi altında.

Myers-Briggs Modeli'ne Göre 16 Farklı Kişilik Tipi:

1.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yönetici)

Enerjisini dış dünyadaki eylemlerden alan bu kişiler bugünü ve var olan gerçekleri göz önünde bulundurarak hayatlarını mantıksal temeller üzerinde düzenliyorlar. Sonuç olarak, karşılaştıkları problemleri sınanmış ve güvenilir yöntemler üzerinden çözmeye çalışıyorlar. Kavramlar ve stratejiler üstünde zaman harcamak yerine ayrıntılara takılmayı tercih ediyorlar.

2.) İçe Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (mücadeleci, avukat)

Bu grup, enerjisini kendi iç dünyalarındaki düşünce ve duygulardan alıyor. Kararlarını genellikle kendi kişisel değerleri üzerinden alan bu kişiler, özellikle de diğerleri söz konusu olduğunda farklı seçenek ve olasılıkları değerlendiriyorlar. Belirecek yeni bakış açılarına karşı hayatlarını esnek tutuyorlar. Sessiz ve yaratıcı oluyorlar. Çevrelerindeki insanlara arşı gizli bir sıcaklık hisseden bu kişiler gerek kendilerinin gerekse diğerlerinin sürekli bir gelişim ve olgunlaşma içerisinde olduğunu görmek istiyorlar.

3.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (heykeltıraş)

Dış dünyadaki eylemler ve konuşulanlardan enerjisini alan bu grup, genellikle de açık anlamlar ifade eden gerçeklerle ilgilenmeyi tercih ediyorlar. Arkadaşlık kurmaktan büyük keyif alan bu kişiler önceliği "şimdi"ye veriyor. Hayatlarını esnek tutuyorlar ve o an içinde oluşabilecek her duruma o anda karşılık veriyorlar. Hayattan zevk almaya bakıyorlar ve kolaylıkla yeni arkadaşlıklar kurabiliyorlar. Yangın gibi bir anda belirebilecek sorunlara karşı acele çözümler üretebiliyorlar.


4.) İçe Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yenilikçi/ öncü)

Güçlerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, geleceğe yönelik farklı seçenekleri değerlendirmeyi ihmal etmiyorlar ve sorunlara nesnel çözümlerle yaklaşmayı tercih ediyorlar. Genellikle hayatlarını mantıksal çerçevelerin içine oturtuyorlar. Uzun süreli hedefler koyarak hayatlarını bu hedeflere ulaşmak üzere düzenliyorlar. Gerek kendilerine gerekse diğerlerine karşı eleştirel yaklaşma eğiliminde oluyorlar. Planlarıyla ilgili her ayrıntıyı göz önünde bulundurabilecek derecede bilgili oluyorlar.

5.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (antrenör)

Enerjilerini dış dünyadaki eylem ve sözlerden alan bu kişiler karar verme aşamasında kendi kişisel değerlerini ilk planda tutuyorlar. İnsanlara karşı oldukça sıcak olan bu grup, onlarla beraber vakit geçirmeyi ve arkadaşlarıyla beraber uyumlu ilişkiler sürdürmeyi çok seviyor. Hatta arkadaşları, onların hayatında önemli bir yer tutuyor. İnsanlara karşı kendilerini öylesi sorumlu hissediyorlar ki, toplumsal görev dağılımında üzerlerine düşen görevi özenle yerine getirmeye çalışıyorlar.

6.) İçe Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (bilim insanı, mühendis)

Güçlerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, kararlarını mantıksal temellere dayandırıyorlar. Yeni seçenekler belirir belirmez hayatlarını bu doğrultuda esnetebiliyorlar. Belli bir noktaya kadar sessiz ve uyumlu olabiliyorlar. Rutin olana ayak uydurmaktansa her türlü gelişime yol açabilecek değişimlerin peşinden gidiyorlar. En başarılı oldukları alan, zeka ve bilgi birikimi gerektiren karmaşık problemler oluyor.

7.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (kâşif,avukat)

Seçenekleri kendi kişisel değerleri üzerinden değerlendiren bu grup, enerjisini dış dünyada olup bitenlerden alıyor. Ortaya çıkabilecek yeni bakış açıları ve seçeneklere karşı hayatlarını esnetebiliyorlar. Yaratıcı olan bu kişiler, insanlara yararlı olabilecek yeni seçenekler denemeyi seviyor. Her ne kadar ayrıntı ve planlar üzerine fazla kafa yormasalar da ortada genel bir hedefin bulunduğu deney ve çeşitlilik içeren işlerle uğraşmaktan büyük keyif alıyorlar.

8.) İçe Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (bakıcı/ müdür)

Enerjilerini kendi iç dünyalarındaki düşünce ve duygulardan alan bu kişiler, kararlarını genellikle pek çok seçeneği değerlendirdikten sonra alıyorlar. Hayatlarını mantık üzerine kuran bu grup genellikle sessiz ve ciddi bir yapıda oluyor. Hayat karşısında iyi bir gözlemci olduklarından farklı durumlara karşı iyi bir anlayış geliştirmiş oluyorlar.

9.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (heykeltıraş)

Genellikle nesnel olarak gördüğü gerçeklerle ilgilenmeyi seven bu grup enerjisini dış dünyada konuşulanlardan ve olup biten eylemlerden alıyor. Kararları mantıksal temellere oturuyor. Kendi ilgi alanlarına giren pek çok aktiviteyi de barındıran esnek bir yaşantıları oluyor. Genellikle uygulama gerektirecek işlerde çalışmayı seviyorlar.

10.) İçe Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yenilikçi/ öncü)

Özellikle de diğer insanları da ilgilendirebilecek farklı seçenekler üzerine düşünmeyi seven bu kişiler, enerjilerini kendi iç dünyalarından alıyorlar. Hayatlarını kişisel temeller üzerinde düzenliyorlar. Genellikle hayata dair özel bir hedef belirliyor ve bu hedefe ulaşabilmek için durmadan çalışıyorlar. Diğer insanların da büyüyüp olgunlaşmaları için yardım etme gönüllüsü oluyorlar.

11.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (antrenör)

Özellikle de diğer insanları da ilgilendirebilecek farklı seçenekler üzerine düşünmeyi seven bu kişiler, enerjilerini dış dünyadan alıyorlar. Hayatlarını genellikle kişisel temeller üzerinde düzenliyorlar ve sevdikleri insanlarla uzun soluklu ilişkiler kurma ve sürdürme yanlısı oluyorlar. Oldukça sosyal olan bu grup, hislerini diğerlerine kolayca yansıtabiliyor. Ancak özellikle de sosyal ilişkilerine zarar verebilecek eleştirilere karşı katı olabiliyorlar. İnsanlarla etkili bir şekilde çalışabiliyorlar.

12.) İçe Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (bilim insanı)

Enerjisini kendi iç dünyasından alan bu kişiler, kararlarını mantıksal çerçeveler içinde alıyorlar. Dünyanın nasıl işlediğini anlayabilmek adına yeni, pratik bilgiler edinebilmek amacıyla hayatlarını çoğunlukla esnek tutuyorlar. Oldukça sessiz ve uyumlu olabiliyorlar. Neyin nasıl çalıştığına dair oldukça meraklı olan bu kişiler, kimi zaman şaşırtıcı fikirlerle insanların karşısına çıkabiliyorlar.

13.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yönetici/ şef)

Enerjilerini dış dünyada olup biten olaylardan alıyorlar. Kararlarını, pek çok eylemin sonuçlarını değerlendiriyorlar. Hayatlarını mantıksal çerçevelere oturtuyorlar. Genellikle nesnel yöntemler tercih eden yönetici rolleri üstleniyorlar. Yüksek standartlar koymayan ya da yaptığı işlerde başarılı olamayan insanlara karşı tolerans gösteremiyorlar.

14.) İçe Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (mücadeleci)

Enerjilerini genellikle kendi duygu ve düşünce dünyalarından alan bu kişiler, kendi kişisel değerleri çerçevesinde kararlar almayı tercih ediyorlar. Sessiz ve arkadaş canlısı bu grup, kalabalık arkadaş gruplarından ziyade küçük sayılı arkadaşlıkları tercih ediyor. Diğerlerine karşı kollamacı bir tutumla yaklaşıyorlar. Genellikle "şimdi"nin keyfini çıkarıyorlar ve grup çalışmalarında grup için oldukça destekleyici bir üye olabiliyorlar.

15.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (kâşif, mühendis)

Enerjisini dış dünyadaki eylem ve konuşulanlardan alan bu grup, kararlarını mantıksal çerçeveler içerisinde alıyor. Uyumlu olabilme eğilimi gösteren bu kişiler yeni düşünce ve ilgi alanlarına odaklanabiliyorlar. Özellikle de eğer ki bu yenilikler onların yeteneklerini geliştirecekse. Yaratıcı efor gerektiren problem çözümlerinde başarılı olabiliyorlar.

16.) İçe Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (bakıcı/ müdür)

Enerjilerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, karar verirken kendi değerlerini göz önünde bulunduruyorlar. Sevdikleri kişilerle sosyal ilişkiler kurmaktan büyük zevk alıyorlar. İnsanları gözlemleyen, sessiz bir yapıları oluyor. Onlara uygulama alanında hizmet verebilecek işlerde çalışmayı seviyorlar. Diğerlerinin ne düşünüp hissettiğine büyük önem veriyorlar.